Unrelenting İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı
Unrelenting Nedir?
Unrelenting kelimesi, “dinlenmeyen, durmadan devam eden, sert, acımasız” anlamlarına gelir.
Örnek Cümleler:
-
The unrelenting rain caused flooding in many areas.
(Dinlenmeyen yağmur, birçok bölgede sel meydana getirdi.)
-
She showed unrelenting determination to succeed in her goals.
(O, hedeflerine ulaşmak için dinlenmeyen bir kararlılık gösterdi.)
-
The unrelenting heat of the desert was almost unbearable.
(Çölün dinlenmeyen sıcağı neredeyse dayanılmazdı.)
-
His unrelenting criticism was starting to wear on her.
(Onun durmadan eleştirileri, onu yıpratmaya başlıyordu.)
-
The unrelenting pressure to succeed was taking a toll on his mental health.
(Başarıya ulaşmak için gelen dinlenmeyen baskı, zihinsel sağlığına zarar vermeye başlamıştı.)
-
The unrelenting pace of the job was exhausting.
(İşin durmadan devam eden temposu yorucuydu.)
-
The unrelenting traffic made the commute unbearable.
(Trafiğin durmadan devam etmesi, işe gidip gelmeyi dayanılmaz hale getirdi.)
-
Her unrelenting pursuit of perfection was starting to affect her relationships.
(Mükemmelliğe olan durmaksızın devam eden arayışı, ilişkilerine etki etmeye başlamıştı.)
-
The unrelenting wind made it difficult to walk in a straight line.
(Rüzgarın durmadan esmesi, düz bir çizgide yürümeyi zorlaştırıyordu.)
-
The unrelenting snowfall made it impossible to drive.
(Kar yağışının durmadan devam etmesi, arabayla seyahat etmeyi imkansız hale getirdi.)
-
The unrelenting criticism from his boss was affecting his self-esteem.
(Patronundan durmadan devam eden eleştiriler, özgüvenini etkiliyordu.)
-
The unrelenting demands of the job were taking a toll on his personal
life.
(İşin durmadan devam eden talepleri, özel hayatına zarar vermeye başlamıştı.)
-
The unrelenting pace of the game was exhausting for the players.
(Oyunun durmadan devam eden hızı, oyuncular için yorucuydu.)
-
The unrelenting noise from the construction site was unbearable.
(İnşaat alanından gelen dinlenmeyen gürültü dayanılmazdı.)
-
His unrelenting pursuit of wealth had blinded him to the important things in life.
(Maddi kazanca olan durmaksızın devam eden arayışı, hayatın önemli şeylerini görmesine engel olmuştu.)
-
The unrelenting sun beat down on them as they walked through the desert.
(Çölde yürürken üzerlerine dinlenmeyen güneş vuruyordu.)
-
Her unrelenting criticism of herself was starting to affect her mental health.
(Kendini durmaksızın eleştirme, zihinsel sağlığına zarar vermeye başlıyordu.)
-
The unrelenting waves made it difficult to swim back to shore.
(Dalgaların durmadan gelmesi, kıyıya geri yüzmeyi zorlaştırıyordu.)
-
The unrelenting pursuit of justice was the driving force behind her career.
(Adaletin durmaksızın devam eden arayışı, kariyerindeki itici güçtü.)
-
The unrelenting hunger made it difficult to concentrate.
(Açlığın durmaksızın devam etmesi, odaklanmayı zorlaştırıyordu.)
-
His unrelenting work ethic was admired by his colleagues.
(Durmaksızın devam eden çalışma ahlakı, meslektaşları tarafından takdir ediliyordu.)
Hemen Yorum Yaz