Defend İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Defend İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Defend

Defend kelimesinin Türkçe anlamı: savunmak, korumak, müdafaa etmek

1. The lawyer will defend his client in court. (Avukat, müvekkilini mahkemede savunacak.)
2. It’s our duty to defend our country. (Ülkemizi korumak bizim görevimiz.)
3. The castle was built to defend against enemy attacks. (Kale, düşman saldırılarına karşı korunmak için yapıldı.)
4. She always tries to defend her opinions in debates. (O, tartışmalarda fikirlerini savunmaya çalışır.)
5. He will defend his title in the boxing match next week. (Gelecek haftaki boks maçında şampiyonluğunu koruyacak.)
6. The security guards will defend the building from intruders. (Güvenlik görevlileri, binayı müdahalecilere karşı savunacaklar.)
7. We must defend the environment for future generations. (Gelecek nesiller için çevreyi korumamız gerekiyor.)
8. The football team tried to defend their lead until the end of the match. (Futbol takımı, maçın sonuna kadar önde kalmaya çalıştılar.)
9. He will defend his friend’s honor by confronting the bully. (Arkadaşının onurunu, zorbayla yüzleşerek savunacak.)
10. The soldiers were ordered to defend the border at all costs. (Askerlere, sınırı her koşulda savunmaları emredildi.)
11. The company’s lawyer will defend it against the accusations. (Şirketin avukatı, suçlamalara karşı şirketi savunacak.)
12. She defended her dissertation and received her Ph.D. (Tezini savundu ve doktorasını aldı.)
13. The goalkeeper made a great save to defend the goal. (Kaleci, golü korumak için harika bir kurtarış yaptı.)
14. He defended himself against the false accusations. (Sahte suçlamalara karşı kendini savundu.)
15. The politician had to defend his actions during the press conference. (Politikacı, basın toplantısında eylemlerini savunmak zorunda kaldı.)
16. The lawyer defended the accused with strong evidence. (Avukat, güçlü delillerle suçlanan kişiyi savundu.)
17. The castle’s walls were built high to defend against invaders. (Kale duvarları, istilacılara karşı korunmak için yüksek inşa edildi.)
18. She always defends her family’s reputation. (O, ailesinin itibarını her zaman savunur.)
19. The police officer had to defend himself against the attacker. (Polis memuru, saldırganla mücadele etmek zorunda kaldı.)
20. The player was able to defend the opponent’s attack and win the game. (Oyuncu, rakibin saldırısını savuşturmayı ve oyunu kazanmayı başardı.)

Defend (Devamı)

21. The soldiers bravely defended their position against the enemy’s advance. (Askerler, cesurca konumlarını düşmanın ilerleyişine karşı savundular.)
22. It’s important to defend yourself against cyber-attacks by using strong passwords and firewalls. (Güçlü şifreler ve güvenlik duvarları kullanarak siber saldırılara karşı kendinizi korumak önemlidir.)
23. The witness was asked to defend his statement during the cross-examination. (Tanık, çapraz sorguda ifadesini savunması istendi.)
24. The teacher had to defend her student’s right to freedom of speech. (Öğretmen, öğrencisinin konuşma özgürlüğüne olan hakkını savunmak zorunda kaldı.)
25. The team’s captain always tries to defend his teammates on and off the field. (Takım kaptanı, saha içinde ve dışında her zaman takım arkadaşlarını savunmaya çalışır.)
26. The lawyer had to defend his client against false accusations of embezzlement. (Avukat, müvekkilini zimmetleme suçlamalarına karşı savunmak zorunda kaldı.)
27. The homeowner installed a security system to defend his house against burglars. (Ev sahibi, evini hırsızlara karşı korumak için bir güvenlik sistemi kurdu.)
28. The army was able to defend the city from the enemy’s siege. (Ordu, düşmanın kuşatmasından şehri korumayı başardı.)
29. The victim’s family hired a lawyer to defend their loved one’s rights. (Mağdurun ailesi, sevdiklerinin haklarını savunmak için bir avukat tuttu.)
30. The company’s CEO had to defend their decision to lay off employees during the press conference. (Şirketin CEO’su, basın toplantısında çalışanları işten çıkarma kararını savunmak zorunda kaldı.)