Unbearable İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı
Unbearable
Unbearable, Türkçe’de “dayanılmaz” anlamına gelir. Bir şeyin çok ağır veya çekilmez olması durumunda kullanılır.
Örnek Cümleler:
- The heat was unbearable today. (Bugün hava çok sıcaktı, dayanılmazdı.)
- The pain in my stomach is becoming unbearable. (Karnımdaki ağrı dayanılmaz hale geliyor.)
- The noise from the construction site was unbearable. (İnşaat alanındaki gürültü dayanılmazdı.)
- The smell in the room was unbearable. (Odadaki koku dayanılmazdı.)
- The pressure to succeed was unbearable. (Başarılı olma baskısı dayanılmazdı.)
- The loneliness she felt was unbearable. (Hisssettiği yalnızlık dayanılmazdı.)
- The sadness in his voice was unbearable. (Sesindeki üzüntü dayanılmazdı.)
- The guilt he felt was unbearable. (Hisssettiği suçluluk duygusu dayanılmazdı.)
- The suspense was unbearable as we waited for the test results. (Test sonuçlarını beklerken yaşadığımız gerilim dayanılmazdı.)
- The boredom on the long flight was unbearable. (Uzun uçuşta yaşadığımız sıkıntı dayanılmazdı.)
- The grief they felt after their loss was unbearable. (Kayıplarından sonra hissettikleri acı dayanılmazdı.)
- The fear of heights was unbearable for her. (Yükseklik korkusu onun için dayanılmazdı.)
- The workload was unbearable during the busy season. (Yoğun sezon boyunca iş yükü dayanılmazdı.)
- The pressure to conform to society’s expectations was unbearable. (Toplumun beklentilerine uyma baskısı dayanılmazdı.)
- The pain in her broken heart was unbearable. (Kırık kalbiyle yaşadığı acı dayanılmazdı.)
- The hunger he felt after days without food was unbearable. (Yemeksiz geçirdiği günler sonrası yaşadığı açlık dayanılmazdı.)
- The anxiety before a big presentation was unbearable. (Büyük bir sunum öncesi yaşanan endişe dayanılmazdı.)
- The disappointment in his eyes was unbearable. (Gözlerindeki hayal kırıklığı dayanılmazdı.)
- The regret she felt was unbearable after making a big mistake. (Büyük bir hatadan sonra hissettiği pişmanlık dayanılmazdı.)
- The stress of the job was unbearable and led to burnout. (İş stresi dayanılmazdı ve tükenmişliğe yol açtı.)
- The pain from the injury was unbearable, and he had to be rushed to the hospital. (Yaralanmadan kaynaklı acı dayanılmazdı, ve hemen hastaneye götürülmeliydi.)
- The grief over the loss of her pet was unbearable, and she couldn’t stop crying. (Evcil hayvanının kaybından dolayı hissettiği acı dayanılmazdı ve ağlamaya devam ediyordu.)
- The thought of losing her child was unbearable, and she couldn’t shake the feeling of fear. (Çocuğunu kaybetme düşüncesi dayanılmazdı ve korku hissi onu bırakmıyordu.)
- The pain of childbirth was unbearable, but the joy of holding her newborn made it worth it. (Doğum sancısı dayanılmazdı ama yeni doğan bebeğini kucaklamak ona değer verdi.)
- The guilt of betraying her friend was unbearable, and she had to come clean. (Arkadaşını ihanet etme suçluluğu dayanılmazdı, ve itiraf etmek zorunda kaldı.)
- The sadness of losing a loved one was unbearable, and it took her months to start feeling better. (Sevilen birinin kaybıyla hissettiği üzüntü dayanılmazdı, ve iyileşmek için aylar geçmesi gerekti.)
- The stress of studying for exams was unbearable, and she needed a break. (Sınavlara hazırlanmanın yarattığı stres dayanılmazdı, ve bir mola yapması gerekiyordu.)
- The discomfort of being in a crowded room was unbearable, and she had to leave. (Kalabalık bir odada olmanın yarattığı rahatsızlık dayanılmazdı, ve gitmek zorunda kaldı.)
- The guilt of not being able to save her friend’s life was unbearable, and she had to seek therapy. (Arkadaşının hayatını kurtaramamaktan kaynaklı suçluluğu dayanılmazdı, ve terapiye başvurdu.)
- The pain of the breakup was unbearable, and she couldn’t stop thinking about her ex. (Ayrılık acısı dayanılmazdı, ve eski sevgilisini düşünmekten vazgeçemiyordu.)
Hemen Yorum Yaz