Obstinate İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Obstinate İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Obstinate

Obstinate kelimesi, kararlı ve inatçı bir şekilde düşüncelerini veya fikirlerini değiştirmeyen kişiler için kullanılır.

Örnek cümleler:

  1. Sarah is so obstinate that she refused to accept any help from anyone. (Sarah öyle inatçı ki, hiç kimseye yardım kabul etmeyi reddetti.)
  2. He has an obstinate personality and always insists on doing things his way. (Onun inatçı bir kişiliği var ve her zaman işleri kendi yoluyla yapmaya ısrar eder.)
  3. Despite the doctor’s advice, his obstinate nature made him refuse to take any medication. (Doktorun tavsiyesine rağmen, inatçı doğası onu herhangi bir ilaç almaktan vazgeçirdi.)
  4. The child’s obstinate behavior was a challenge for his parents to handle. (Çocuğun inatçı davranışları, ebeveynleri için ele alınması zor bir zorluktu.)
  5. She was obstinate about her decision to quit her job, even though it was risky. (Riskli olmasına rağmen işinden ayrılma kararına kararlıydı.)
  6. His obstinate refusal to compromise made the negotiations difficult. (Uzlaşmaya yanaşmama inadı, müzakereleri zorlaştırdı.)
  7. The obstinate horse refused to jump over the hurdle, no matter how much the jockey tried to convince him. (İnatçı at, jokeyin ne kadar ikna etmeye çalışsa da, engelden atlamayı reddetti.)
  8. The student’s obstinate belief in his own abilities prevented him from accepting constructive criticism. (Öğrencinin kendi yeteneklerine olan inatçı inancı, yapıcı eleştirileri kabul etmesine engel oldu.)
  9. Her obstinate attitude towards her colleagues created a lot of tension in the workplace. (İş arkadaşlarına karşı tutumunda inatçı davranması, işyerinde birçok gerilime neden oldu.)
  10. His obstinate refusal to listen to his parents’ advice caused him a lot of trouble. (Ebeveynlerinin tavsiyelerini dinlemeyi reddetmesi, ona çok sorun yarattı.)
  11. The company’s obstinate policy on refunds led to many unhappy customers. (İade politikasındaki inatçı tutum, birçok mutsuz müşteriye neden oldu.)
  12. The obstinate politician refused to compromise, causing a deadlock in the negotiations. (İnatçı siyasetçi, uzlaşmaya yanaşmadı ve müzakerelerde bir çıkmaza neden oldu.)
  13. His obstinate belief in his religion prevented him from accepting other beliefs. (Dini inancına karşı inatçı tutumu, başka inançları kabul etmesine engel oldu.)
  14. The team’s obstinate determination to win the game was admirable. (Takımın oyunu kazanma konusundaki inatçı kararlılığı takdir edilebilirdi.)
  15. Her obstinate refusal to compromise with her ex-husband

caused a long and bitter divorce. (Eski kocasıyla uzlaşmaya yanaşmaması, uzun ve acı bir boşanmaya neden oldu.)
16. The manager’s obstinate decision to cut costs resulted in a decline in product quality. (Yöneticinin maliyetleri kısma kararına kararlılıkla bağlı kalması, ürün kalitesinde bir düşüşe neden oldu.)

  1. The obstinate child refused to eat his vegetables, even though his mother begged him. (İnatçı çocuk, annesi yalvarmasına rağmen sebzelerini yemeyi reddetti.)
  2. His obstinate resistance to change made it difficult for the company to adapt to new technologies. (Değişime karşı gösterdiği inatçı direniş, şirketin yeni teknolojilere uyum sağlamasını zorlaştırdı.)
  3. The CEO’s obstinate decision to ignore customer feedback caused the company to lose market share. (CEO’nun müşteri geri bildirimlerini göz ardı etme kararlılığı, şirketin pazar payını kaybetmesine neden oldu.)
  4. Her obstinate insistence on doing things her own way caused her to lose valuable opportunities for collaboration. (Kendine özgü bir şekilde işleri yapmaya inat etmesi, işbirliği için değerli fırsatları kaçırmasına neden oldu.)

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.