Literally İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı
Literally İle İlgili Cümleler
Türkçe Anlamı: Harfi harfine, tam anlamıyla
- She was literally shaking with fear. (Tam anlamıyla korkudan titriyordu.)
- The book was literally flying off the shelves. (Kitaplar harfiyen raflardan uçup gidiyordu.)
- I am literally starving. (Tam anlamıyla açlıktan ölüyorum.)
- The movie was so scary, I was literally glued to my seat. (Film o kadar korkunçtu ki, tam anlamıyla koltuğuma yapışmıştım.)
- I have literally no idea what you’re talking about. (Tam anlamıyla ne dediğinden hiçbir fikrim yok.)
- The car was literally on fire. (Araç tam anlamıyla yanıyordu.)
- I’m not exaggerating, it was literally the best meal I’ve ever had. (Abartmıyorum, tam anlamıyla yediğim en iyi yemekti.)
- The mountain was literally touching the clouds. (Dağ tam anlamıyla bulutlara dokunuyordu.)
- He was literally a walking dictionary. (O tam anlamıyla yürüyen bir sözlüktü.)
- The concert was so loud, my ears were literally ringing. (Konser o kadar yüksekti ki, kulaklarım tam anlamıyla çınlıyordu.)
- I’m not joking, he literally slept through the entire movie. (Şaka yapmıyorum, o tam anlamıyla film boyunca uyudu.)
- The room was so cold, I was literally shivering. (Oda o kadar soğuktu ki, tam anlamıyla titriyordum.)
- The cake was literally the size of a small car. (Pasta tam anlamıyla küçük bir araba boyutundaydı.)
- I was so angry, I was literally seeing red. (Öfkem o kadar büyüktü ki, tam anlamıyla kıpkırmızı görüyordum.)
- I can’t believe it, I’m literally living my dream. (İnanamıyorum, tam anlamıyla hayallerimi yaşıyorum.)
- The storm was so bad, it was literally tearing trees out of the ground. (Fırtına o kadar kötüydü ki, tam anlamıyla ağaçları kökünden söküyordu.)
- The dress was literally covered in sequins. (Elbise tam anlamıyla payetlerle kaplıydı.)
- He was literally the only one who understood what I was going through. (O tam anlamıyla benim yaşadıklarımı anlayan tek kişiydi.)
- I was so scared, my heart was literally pounding out of my chest. (Korkum o kadar büyüktü ki, kalbim tam anlamıyla göğsümden fırlayacak gibiydi.)
- The painting was so realistic, it was literally like looking out a window. (Tablo o kadar gerçekçiydi ki, tam anlamıyla bir pencereden bakıy
- She was literally running circles around the competition. (O, tam anlamıyla rakiplerinin etrafında dönüyordu.)
- The dog was literally bouncing off the walls with excitement. (Köpek tam anlamıyla duvarlara zıplayarak heyecanla doluydu.)
- The heat was so intense, it was literally melting the asphalt. (Sıcaklık o kadar yoğundu ki, tam anlamıyla asfaltı eritiyordu.)
- The roller coaster was so thrilling, I was literally screaming my head off. (Lunapark treni o kadar heyecan vericiydi ki, tam anlamıyla bağırıyordum.)
- The song was so emotional, I was literally moved to tears. (Şarkı o kadar duygusal ve etkileyiciydi ki, tam anlamıyla gözyaşlarıma hakim olamadım.)
- The athlete was literally giving it his all in the competition. (Sporcu, yarışmada tam anlamıyla her şeyini veriyordu.)
- The view from the mountaintop was literally breathtaking. (Dağın tepesinden manzara tam anlamıyla nefes kesiciydi.)
- The company was literally drowning in debt. (Şirket tam anlamıyla borç altında boğuluyordu.)
- The sun was so hot, it was literally scorching the pavement. (Güneş o kadar sıcaktı ki, tam anlamıyla kaldırımı yakıyordu.)
- The actor was so convincing, he was literally living the character. (Oyuncu o kadar ikna ediciydi ki, tam anlamıyla karakteri yaşıyordu.)
Hemen Yorum Yaz