Kültürel Evrimcilik Kuramı

Kültürel Evrimcilik Nedir

Kültürel evrimcilik, kültürlerin, kesintisiz bir süreç içinde basit biçimlerden daha karmaşık biçimlere doğru geliştiği yolunda­ki kuramdır. Bu kuramda kültürel evrim tek doğrultulu biçimde, bütün insanlığın evrimi anlamında ele alınabileceği gibi, tek tek kültürlerin ya da toplumların (ya da bunla­rın bir parçasının) evrimi olarak çok doğrul­tulu biçimde de düşünülebilir.

Kültürel evrim düşüncesinin kökeni: Kolomb’un gezilerinin ardından başlayan Ke­şifler Çağı, Avrupalıların dünyadaki başka halkları tanımasını sağladı. Bu kültürlerin varlığım açıklamaya çalışan birçok düşünür, Avrupalıların da, bu topluluklara çok ben­zediği varsayılan bir halktan evrim yoluyla türediği biçiminde kuramlar geliştirdi. Bu çalışmalar, modern antropolojinin temelini oluşturdu. 17. yüzyıl İngiliz düşünürü Thomas Hobbes’un, ilk insanların, “sanatın, edebiyatın, toplumun” olmadığı koşullarda “yalnız, yoksul, çirkin, kaba ve güdük” bir yaşam sürdüğü biçimindeki sözleri, popüler “vahşi” kavramının ifadesiydi. Buna göre iyi ve uygar olan ne varsa, insanın uzun bir gelişme süreci içinde bu alt düzeydeki yaşamdan kurtulmasıyla gerçekleşmişti. So­nunda insanın ilerlemesi ya da yetkinleşebilirliği düşüncesi oluştu. 18. yüzyılda yaşamış Alman ilahiyatçı Johann Gottfried von Herder, ilahi bir yaratık olan insanın yeryü­zünde bir amacının bulunması gerektiğini, bunun da ancak gittikçe daha çok yetkinleş­mek olabileceğini savundu. Voltaire gibi usçuluğa daha yakın “filozoflar” bile, açık­ça olmasa da, Aydınlanmanın yavaş yavaş insanlığın yukarıya doğru ilerlemesiyle so­nuçlandığını kabul ettiler. Fransız iktisatçı A. R. J. Turgot, Reflexions sur la formation et la distribution des richesses (1766; Servetin Oluşumu ve Bölüşümü Üzerine Düşünceler) adlı yapıtında şöyle diyordu: “Dünya tarihinde davranış tarzları zamanla incelmekte, insan zihni aydınlanmakta, ayrı uluslar birbirine yaklaşmakta, ticaret ve politika en sonunda yeryüzünün bütün par­çalarını birleştirmektedir; insan soyu dingin­lik ile çalkantıların, iyi koşullarla kötü koşulların yer değiştirmesiyle, yavaş da olsa hep daha yüksek bir yetkinliğe doğru ilerler.”

İlerleme düşüncesiyle birlikte insanlığın bu süreç boyunca geçirdiği değişmez “aşama­lar” kavramı da oluştu. Bu aşamalar genel­likle vahşilik, barbarlık ve uygarlık olarak adlandırılmakla birlikte, zaman zaman daha çok sayıda aşamadan söz ediliyordu. Condorcet markisi 10 aşama ya da “dönem” saymıştı. Bunlardan sonuncusu, yazara göre amacı insan haklan ve insan soyunun yet­kinleşmesi için yol göstermek olan Fransız Devrimi ile başlamıştı. Özgürlük ve eşitlik ülküleriyle Fransız Devrimi, ilerleme kavramını 19. yüzyıl düşünce yaşamında egemen kılan başlıca güçlerden biriydi. 18. yüzyılda ve 19. yüzyılın başlarında, insanlık tarihine tümüyle farklı bir yorum getiren bir başka görüş de kısa süre kabul gördü. Discours sur l’origine et les fondements de l’inigalite parmi les hommes (1755; İnsanlar Arasında­ki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temelleri Üzerine Konuşma, 1968) adlı yapıtında Jean-Jacques Rousseau, “doğal durum”da insanın “özgür, sağlıklı, dürüst ve mutlu” olduğu­nu, ama toplumsal kurumların gelişmesiyle yozlaşıp köleleştiğini öne sürdü. Özünde ilerleme düşüncesinin baş aşağı çevrilmiş biçimi olan bu görüş, “soylu vahşi” teması­na dayalı geniş bir romantik edebiyata kaynaklık etti. Bu tür yapıtların belki de en tanınmış örnekleri, kendisi de Fransız Devrimi’nden kaçmış olan Chateaubriand’m romanlarıdır. İnsanın doğası ile yazgısına şüpheci (kynik) bir bakışla yaklaşan Chateaubriand, yapıtlarında “insan ilerlemez, çürür” düşüncesini işlemiştir.

19. yüzyılın tek doğrultulu kuramı. İngilte­re’de E. B. Tylor, ABD’de de Lewis H. Morgan adlı antropologlar, insanlığın evri­minde kültür basamakları ya da kültürel aşamalar görüşünün başta gelen savunucu­ları oldular. (Morgan, farklı olarak aşama yerine etnik dönem terimini kullanmıştı.) Bu antropologlar tek tek kültürleri ele almak yerine, genel anlamda kültür olgusu­nu incelediler ve belirli bir kültürle yalnızca insanın ve uygarlığın genel evrimine ilişkin kuramları için örnek oluşturduğu ölçüde ilgilendiler. Tylor kadar ünlü ve etkili olmamasına karşın Morgan, çalışmalarında aşamalar yaklaşımını çok iyi özetledi. New York eyaletinde avukatlık yaparken Ameri­ka Yerli topluluklarından İrokualarla ilgi­lenmeye başlayan Morgan, giderek yeryü­zündeki kültürleri, özellikle de akrabalık sistemlerini araştırmaya yöneldi. Bu sistem­leri incelerken, daha eski çağlara ait olan bazı görenek ve uygulamaların çeşitli biçim­lerde modern toplumlarda da varlığını sür­dürdüğü sonucuna ulaştı. Buradan yola çıkarak toplumsal insanın yedi evrim aşa­masından geçip “aşağı vahşilik”ten uygarlı­ğa doğru ilerlediğini öne sürdü. Bu görüşe “kanıt” olarak en alttaki dışında her bir aşamaya kendi çağındaki çeşitli toplumlar­dan örnekler verdi. Ancient Society (1877; Eski Toplum, 1986, 2 cilt) adlı yapıtında, bütün insanlar aynı kökenden türediğine göre yaşam süreçlerinin de özünde aynı olacağını söylüyordu. Yani bu süreç başka başka, ama tek tip kanallarla bütün kıtalara yayılmış, ilerleme içinde aynı aşamaya ge­linceye değin bütün kabile ve uluslarda büyük benzerlik göstermişti, Dolayısıyla Morgan’a göre Amerika Yerli kabilelerinin tarihi ve deneyimleri, Batılıların atalarının benzer koşullardayken yaşadıklarını temsil ediyordu. Morgan’ın görüşleri günümüz antropologlarından genellikle kabul görme­mektedir.

19. yüzyıl ortalarında biyolojik evrim ku­ramlarının yaygın biçimde benimsenmesi, özellikle de Charles Darwin’in On the Origin of Species (1859; Türlerin Kökeni, 1970) adlı yapıtının yayımlanması, ilerleme ve kültürel evrim kavramlarının gelişimini de önemli ölçüde etkiledi. Böylece sosyal bilimciler de, toplumsal davranışın kökenle­rine ve gelişimine ilişkin benzer sorunlar karşısında biyolojik evrim görüşünü uygun bir çözüm olarak benimsediler. Gerçekten de toplumun evrim halinde bir organizma olduğu görüşü, birçok antropolog ve sosyo­logdan destek bulan biyolojik bir analojiy­di. Bu görüş bazı çevrelerde bugün de benimsenmektedir.

Organik evrim görüşü, kuşkusuz Darvvin’ in özgün buluşu değildi. O dönemde, İngiliz filozof Herbert Spencer’ın da aralarında bulunduğu birçok kişi, birbirinden bağımsız olarak benzer görüşler geliştirmişti. Spencer önceleri evrimin, kazanılmış yeteneklerin kalıtım yoluyla aktarılmasının sonucu oldu­ğuna inanıyordu ye Darwinciliğin yaygınlaş­masına değin, doğal seçmenin biyolojik evrimde rol oynadığı görüşünü benimsememişti. Çevreye en iyi uyum sağlayanın varlığını sürdüreceği yolundaki ilkeyi ortaya atan ilk kişi de Spencer’dı. Sonunda, insan toplumlarını da kapsayan bir genel evrim şeması geliştirdi. Bilinmeyen ve bilinemeye­cek olan mutlak bir gücün maddi dünyayı sürekli etkileyerek çeşitlilik, uyum, bütün­leşme, özelleşme ve “bireyleşme yarattığını savundu. Gazların yoğunlaşmasıyla geze­genler oluşmuş, Yer gittikçe çeşitlenerek amip gibi basit canlıların gelişmesine olanak sağlamış, daha az karmaşık türlerin evrimiy­le ortaya çıkan insan, önceleri farklılaşma­mış sürüler halinde yaşarken çeşitli toplum­sal işlevlerin gelişmesiyle rahipler, krallar, bilginler, işçiler gibi kategorilere ayrılmıştı; bu arada bilginin de ayrışmasıyla değişik bilimler doğuyordu. Kısaca, öteki bütün değişimlerle birlikte, insan toplumları da, iş bölümünün artmasıyla farklılaşmamış sü­rülerden karmaşık uygarlıklara doğru evrim geçirmişti.

Bazı yazarlar, çağdaş toplumsal ve iktisadi felsefeleri savunmak için sosyal Darvincilikten (ya da sosyal evrimcilik) yararlan­dılar. Örneğin Amerikalı sosyolog ve ikti­satçı William Graham Sumner, “bırakınız yapsınlar” (laissez-faire) ilkesine, bireysel özgürlüğe ve insanlar arasında doğuştan var olan eşitsizliğe kesin biçimde inanıyordu. Bir sosyal Darvvinci olarak mülkiyet ve toplumsal statü için rekabetin, uyumsuzla­rın saf dışı edilmesi ve ırkın “sağlamlığı” ile kültürel gücün korunması gibi yararlı so­nuçları olduğunu savundu. Devletin bu duruma müdahale ederek refah önlemleri almasının ilerlemeyi engelleyeceğini öne sürdü.

20. yüzyılın çok doğrultulu kuramı. 20. yüzyıl başlarında Avrupa ve ABD’de, kül­türel evrim konusundaki genellemelere kar­şı sonradan yaygınlaşacak bir tepki başladı. Özellikle evrim “aşamaları”na ilişkin ku­ramlar, birer yanılsama oldukları gerekçe­siyle eleştiriye uğradı. Buna göre bütün kültürler, kendi zaman ve mekânları içinde benzersiz, özgün birer olgu biçiminde ele alınmalıydı. ABD’de bu hareketin başını Alman asıllı antropolog Franz Boas çeki­yordu. Boas ve aralarında Ruth Benedict ile Margaret Mead’in de bulunduğu öğrencile­ri, genellemelere yönelik yorumlardan bü­tünüyle uzaklaşarak yoğun alan çalışmaları yürüttüler. Derledikleri olgu ve maddi kül­tür ürünlerinin tümünü, yaşayan kültürler içindeki süreçlerin somut kanıtları olarak değerlendiriyorlardı. Boas ve öğrencilerinin kurduğu kültür tarihi okulu, 20. yüzyılın ilk yansı boyunca ABD antropolojisine egemen oldu; ayrıca başka ülkelerde de antropoloji çalışmalarını etkileyerek genel­lemeler yapma ve “sistem kurma” gibi yaklaşımların yaygınlığını yitirmesine yol açtı.

20. yüzyılın ortalarından sonra kültürel evrim kuramı, özellikle bazı ABD’li araştır­macılar arasında yeniden kabul görmeye başladı. Zaman zaman bu araştırmacılar yeni evrimci olarak adlandırılsa da, felsefe, tarih ve bilimin yeni bilgilerle donanması, dolayısıyla da madde, yaşam, toplum gibi kavramlara yeni tutumlar ve yöntemlerle yaklaşılması sonucu, Spencer tarzı bir ev­rimciliğe dönüş söz konusu olmamıştır. Leslie A. White, Julian H. Stevvard, Marshall D. Sahlins ve Elman R. Service gibi yeni evrimci antropologlar, kuramlarını tek bir evrim sürecine ya da modeline dayandır­mazlar. İlerleme ya da evrimi ne “bırakınız yapsınlar” ya da “en iyi uyum sağlayanın varlığını sürdürmesi” gibi terimlerle, ne de “yazgı” ile açıklamaya girişirler. Ayrıca bu kuramda evrimi harekete geçiren güç ola­rak amaçlı, ussal, bilinçli değişim görüşüne de yer verilmemiştir. Modern evrimciler, evrimin karma süreçlerin ürünü olduğunu, değişik toplumlarda ve değişik zamanlarda planlama ile rastlantının değişen oranlarda rol oynadığını ileri sürerler. Buna göre evrim keşiflerle buluşların, tarihsel rastlan­tılara, kültürlerin kaynaşmasının ya da başka kültürlerden belli öğeleri almasının, yani her türlü kaynaktan gelen değişimlerin oluşturduğu çeşitli bileşimlerin sonucudur. Yeni evrimcilikte, evrensel aşamalar baş­tan reddedilmiştir. Evrim, değişik tarz ve uzunluklarda ileriye uzanan bir dizi yoldan oluşmuş çok doğrultulu bir süreçtir. Bunun­la birlikte bazı bilginler, “özel” ve “genel” evrim arasında bugün de ayrım yapmakta­dır. Belli halklar için özel bir evrim süreci söz konusu olsa da, genel evrim ya da ilerleme, belli halkların gerçekleştirdiği atı­lımlarla bütün insanlığı çevreye daha uyum­lu ve egemen kılmaya, daha karmaşık toplumsal örgütlenmeler geliştirmeye yö­nelmiştir. Dünya uygarlığı, ancak bu an­lamda birleşik bir sürecin ürünü olarak görülebilir.

Kültürel Evrimcilik Hakkında Yorumlarınızı Aşağıdan Bizlerle Hemen Paylaşabilirsiniz.

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.