Unenviable İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı
Unenviable Nedir?
Unenviable kelimesi, “dileği olmayan, arzu edilmeyen, kıskanılacak olmayan” anlamlarına gelen bir sıfattır.
Örnek cümleler:
- Despite his hard work, he has an unenviable job of cleaning the sewage pipes. (Onun sıkı çalışmasına rağmen, kanalizasyon borularını temizlemenin kıskanılmayacak bir işi var.)
- The new intern was given the unenviable task of firing employees. (Yeni stajyer, çalışanları çıkarmak gibi arzu edilmeyen bir görev verildi.)
- She has the unenviable position of being the mediator between two feuding colleagues. (İki kavgalı meslektaşı arasında arabulucu olmak gibi arzu edilmeyen bir pozisyonu var.)
- The team had an unenviable record of losing every game in the season. (Takım, sezon boyunca her maçı kaybetme gibi kıskanılmayacak bir rekoru vardı.)
- He was in the unenviable situation of having to choose between two equally bad options. (İki eşit derecede kötü seçenek arasında seçmek gibi arzu edilmeyen bir durumda idi.)
- The politician had the unenviable task of announcing budget cuts during a pandemic. (Politikacı, pandemi sırasında bütçe kesintilerini duyurma gibi arzu edilmeyen bir görevi vardı.)
- The chef was given the unenviable task of preparing a meal with limited ingredients. (Şef, sınırlı malzemelerle yemek hazırlamanın arzu edilmeyen bir görevini aldı.)
- The athlete had the unenviable position of being the last in the race. (Sporcu, yarışta sonuncu olmanın arzu edilmeyen bir pozisyonunda idi.)
- The teacher was given the unenviable task of disciplining the most troublesome student in the class. (Öğretmene, sınıftaki en sorunlu öğrenciyi disipline etme gibi arzu edilmeyen bir görev verildi.)
- The company had an unenviable reputation for mistreating its employees. (Şirket, çalışanlarını kötü muamele etmekle ün salmış bir şekilde arzu edilmeyen bir üne sahipti.)
- The artist had the unenviable task of painting a mural in a narrow alleyway. (Sanatçı, dar bir ara sokakta bir duvar resmi yapmanın arzu edilmeyen bir görevini aldı.)
- The city had the unenviable distinction of having the highest crime rate in the country. (Şehir, ülkedeki en yüksek suç oranına sahip olmanın arzu edilmeyen bir ayrıcalığına sahipti.)
- The student had the unenviable position of having to present first in front of the class. (Öğrenci, sınıfın önünde ilk sunum yapmanın arzu edilmeyen bir pozisyonunda idi.)
- The actress had the unenviable experience of being booed off stage during her performance. (Oyuncu, performansı sırasında sahneden yuhalanmanın arzu edilmeyen bir deneyimini yaşadı.)
- The company had the unenviable task of laying off a large number of employees due to financial difficulties. (Şirkete, mali zorluklar nedeniyle çok sayıda çalışanın işten çıkarılması gibi arzu edilmeyen bir görev verildi.)
- The goalkeeper had the unenviable task of stopping penalty kicks in a high-pressure match. (Kaleci, yüksek baskılı bir maçta penaltı atışlarını durdurmanın arzu edilmeyen bir görevini aldı.)
- The volunteer had the unenviable job of cleaning up the aftermath of a natural disaster. (Gönüllü, bir doğal afetin ardından temizlik yapmanın arzu edilmeyen bir işini aldı.)
- The politician had the unenviable position of defending an unpopular policy decision. (Politikacı, popüler olmayan bir politika kararını savunmanın arzu edilmeyen bir pozisyonunda idi.)
- The doctor had the unenviable task of delivering bad news to a patient’s family. (Doktor, bir hastanın ailesine kötü haber vermenin arzu edilmeyen bir görevini aldı.)
- The construction worker had the unenviable job of working in extreme weather conditions. (İnşaat işçisi, aşırı hava koşullarında çalışmanın arzu edilmeyen bir işini aldı.)
Hemen Yorum Yaz