Surfeit İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Surfeit İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Surfeit

İngilizce anlamı: an excessively large amount; an overindulgence in food or drink; to cause someone to have too much of something

Surfeit kelimesi aşırı miktarda bir şeyi ifade eder. Yiyecek veya içeceklerde aşırıya kaçmak, birinin aşırı bir şeye sahip olmasına neden olmak gibi anlamları da vardır.

  1. He ate such a surfeit of pizza that he felt sick. (O kadar çok pizza yedi ki hasta hissetti.)
  2. The surfeit of information available on the internet can be overwhelming. (İnternetteki bilgi bolluğu ezici olabilir.)
  3. The surfeit of choices at the restaurant made it difficult to decide what to order. (Restorandaki seçeneklerin bolluğu sipariş vermek için karar vermeyi zorlaştırdı.)
  4. She has a surfeit of clothes and doesn’t know where to store them all. (Giysilerinin aşırı miktarda olması nedeniyle hepsini nereye koyacağını bilmiyor.)
  5. The surfeit of work at the office was making her stressed. (Ofisteki iş bolluğu onu stresli yapıyordu.)
  6. The surfeit of sugar in the cake made it too sweet for her taste. (Pastadaki şekerin aşırılığı tadına göre çok tatlıydı.)
  7. He drank a surfeit of alcohol and ended up with a terrible hangover. (O kadar çok alkol içti ki korkunç bir ağrıya neden oldu.)
  8. The surfeit of tourists in the city made it difficult to find a quiet spot. (Şehirdeki turistlerin bolluğu sakin bir yer bulmayı zorlaştırdı.)
  9. She had a surfeit of ideas for her new project but wasn’t sure which one to pursue. (Yeni projesi için fikirlerin aşırılığı vardı, ancak hangisini izlemesi gerektiğine karar veremedi.)
  10. The surfeit of rain in the area caused flooding. (Bölgedeki aşırı yağış sel baskınlarına neden oldu.)
  11. The surfeit of options on the menu was overwhelming. (Menüdeki seçeneklerin aşırılığı eziciydi.)
  12. He had a surfeit of money and didn’t know what to do with it all. (Para aşırılığı vardı ve hepsini ne yapacağını bilmiyordu.)
  13. The surfeit of compliments made her uncomfortable. (Övgülerin aşırılığı onu rahatsız etti.)
  14. She had a surfeit of energy and couldn’t sit still. (Enerjisinin aşırılığı hareketsiz duramadı.)
  15. The surfeit of negativity in the news was depressing. (Haberlerdeki olumsuzlukların aşırılığı moral bozucuydu.)
  16. He had a surfeit of time on his hands and didn’t know how to fill it. (Boş zamanının aşırılığı vardı ve nasıl dolduracağını bilmiy

yordu.)
17. The surfeit of decorations in the room made it look cluttered. (Odadaki dekorasyonların aşırılığı odayı kalabalık gösterdi.)

  1. The surfeit of meetings at work left him with no time to actually do his job. (İşteki toplantıların aşırılığı gerçekte işini yapacak zamanı bırakmadı.)
  2. The surfeit of noise in the city made it hard to sleep at night. (Şehirdeki gürültünün aşırılığı gece uyumayı zorlaştırdı.)
  3. The surfeit of toys in the child’s room made it difficult to find anything. (Çocuğun odasındaki oyuncakların aşırılığı bir şey bulmayı zorlaştırdı.)

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.