Foe İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı
FOE NEDİR?
Foe, düşman veya hasım anlamına gelen bir İngilizce kelime olarak kullanılır.
ÖRNEK CÜMLELER:
- My foe in the boxing ring was too strong for me. (Boksta rakibim benim için çok güçlüydü.)
- She couldn’t forgive her foe for what he had done to her. (O, ona yaptıkları için düşmanını affedemedi.)
- The two countries have been foes for centuries. (İki ülke yüzyıllardır düşman.)
- He was wary of his foe’s tactics. (O, düşmanının taktiklerinden şüpheliydi.)
- The superhero fought bravely against his powerful foe. (Süper kahraman, güçlü düşmanına karşı cesurca savaştı.)
- She saw him as a foe rather than a friend. (O, onu bir dosttan ziyade bir düşman olarak gördü.)
- The rival company is a fierce foe in the industry. (Rakip şirket, endüstride acımasız bir düşmandır.)
- The coach prepared his team to face their toughest foe yet. (Antrenör, takımını henüz en zorlu rakipleriyle yüzleşmeye hazırladı.)
- The knight rode forth to meet his foe in battle. (Şövalye, düşmanıyla savaşmak için ileri doğru at sürdü.)
- She didn’t know who her foe was, but she felt a sense of danger. (O, düşmanının kim olduğunu bilmiyordu, ancak tehlike hissetti.)
- The political party saw the opposing party as their mortal foe. (Politik parti, muhalefet partisini ölümcül düşmanları olarak gördü.)
- The detective was determined to catch his elusive foe. (Dedektif, kaçan düşmanını yakalamaya kararlıydı.)
- The hero’s arch-foe had returned to wreak havoc on the city. (Kahramanın baş düşmanı, şehirde kargaşa çıkarmak için geri dönmüştü.)
- The team’s foe was their own lack of motivation. (Takımın düşmanı, kendi motivasyon eksiklikleriydi.)
- He tried to make amends with his old foe. (Eski düşmanıyla barışmaya çalıştı.)
- The spy knew his greatest foe was himself. (Casus, en büyük düşmanının kendisi olduğunu biliyordu.)
- The boxer landed a devastating blow on his foe. (Boksör, rakibine yıkıcı bir darbe vurdu.)
- She had to admit that her foe was better than her. (O, düşmanının kendisinden daha iyi olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.)
- The two generals were foes on the battlefield but respected each other off it. (İki general savaş alanında düşman ama dışarıda birbirlerine saygı duyuyorlardı.)
- The politician saw his rival as a bitter foe.
(21-40)
- The athlete’s biggest foe was his own fear of failure. (Sporcu, en büyük düşmanı başarısızlık korkusuydu.)
- She couldn’t believe her best friend had turned into her foe. (O, en yakın arkadaşının düşmanına dönüştüğüne inanamadı.)
- The company saw the new startup as a potential foe. (Şirket, yeni bir girişimi potansiyel bir düşman olarak gördü.)
- The knight had to face his foe alone in the dark forest. (Şövalye, karanlık ormanda tek başına düşmanıyla yüzleşmek zorunda kaldı.)
- The spy had to infiltrate his foe’s organization to gather intel. (Casus, istihbarat toplamak için düşmanının organizasyonuna sızmak zorundaydı.)
- The siblings had always been foes, but they still loved each other deep down. (Kardeşler her zaman düşman olmuşlardı, ancak derinlerde hala birbirlerini seviyorlardı.)
- The captain knew his foe’s ship was faster and better armed than his own. (Kaptan, düşmanının gemisinin kendi gemisinden daha hızlı ve daha iyi silahlandırılmış olduğunu biliyordu.)
- She was determined to defeat her foe in the upcoming debate. (O, yaklaşan tartışmada düşmanını yenmeye kararlıydı.)
- The detective finally caught his elusive foe after months of investigation. (Dedektif, ayak takımına düşmanını yakaladıktan sonra aylarca araştırma yaptı.)
- The warrior had to use all of his strength to defeat his powerful foe. (Savaşçı, güçlü düşmanını yenmek için tüm gücünü kullanmak zorunda kaldı.)
- The teacher warned the students that procrastination could be their foe. (Öğretmen, öğrencilere ertelemenin düşmanları olabileceği konusunda uyardı.)
- The two nations were at war, and each saw the other as their mortal foe. (İki ulus savaş halindeydi ve her biri diğerini ölümcül düşmanları olarak gördü.)
- The politician’s greatest foe was his own lack of integrity. (Politikacının en büyük düşmanı, kendi dürüstlük eksikliğiydi.)
- The athlete’s biggest foe wasn’t his opponents, but his own self-doubt. (Sporcunun en büyük düşmanı rakipleri değil, kendi kendine şüphe duymasıydı.)
- The spy knew he had to eliminate his foe before his cover was blown. (Casus, kapağının uçmadan önce düşmanını ortadan kaldırmak zorunda olduğunu biliyordu.)
- The two superheroes had to team up to defeat their common foe. (İki süper kahraman, ortak düşmanlarını yenmek için birlikte çalışmak zorunda kaldı.)
- The artist’s biggest foe was the blank canvas staring
Hemen Yorum Yaz