Foe İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Foe İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

FOE NEDİR?

Foe, düşman veya hasım anlamına gelen bir İngilizce kelime olarak kullanılır.

ÖRNEK CÜMLELER:

  1. My foe in the boxing ring was too strong for me. (Boksta rakibim benim için çok güçlüydü.)
  2. She couldn’t forgive her foe for what he had done to her. (O, ona yaptıkları için düşmanını affedemedi.)
  3. The two countries have been foes for centuries. (İki ülke yüzyıllardır düşman.)
  4. He was wary of his foe’s tactics. (O, düşmanının taktiklerinden şüpheliydi.)
  5. The superhero fought bravely against his powerful foe. (Süper kahraman, güçlü düşmanına karşı cesurca savaştı.)
  6. She saw him as a foe rather than a friend. (O, onu bir dosttan ziyade bir düşman olarak gördü.)
  7. The rival company is a fierce foe in the industry. (Rakip şirket, endüstride acımasız bir düşmandır.)
  8. The coach prepared his team to face their toughest foe yet. (Antrenör, takımını henüz en zorlu rakipleriyle yüzleşmeye hazırladı.)
  9. The knight rode forth to meet his foe in battle. (Şövalye, düşmanıyla savaşmak için ileri doğru at sürdü.)
  10. She didn’t know who her foe was, but she felt a sense of danger. (O, düşmanının kim olduğunu bilmiyordu, ancak tehlike hissetti.)
  11. The political party saw the opposing party as their mortal foe. (Politik parti, muhalefet partisini ölümcül düşmanları olarak gördü.)
  12. The detective was determined to catch his elusive foe. (Dedektif, kaçan düşmanını yakalamaya kararlıydı.)
  13. The hero’s arch-foe had returned to wreak havoc on the city. (Kahramanın baş düşmanı, şehirde kargaşa çıkarmak için geri dönmüştü.)
  14. The team’s foe was their own lack of motivation. (Takımın düşmanı, kendi motivasyon eksiklikleriydi.)
  15. He tried to make amends with his old foe. (Eski düşmanıyla barışmaya çalıştı.)
  16. The spy knew his greatest foe was himself. (Casus, en büyük düşmanının kendisi olduğunu biliyordu.)
  17. The boxer landed a devastating blow on his foe. (Boksör, rakibine yıkıcı bir darbe vurdu.)
  18. She had to admit that her foe was better than her. (O, düşmanının kendisinden daha iyi olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.)
  19. The two generals were foes on the battlefield but respected each other off it. (İki general savaş alanında düşman ama dışarıda birbirlerine saygı duyuyorlardı.)
  20. The politician saw his rival as a bitter foe.

(21-40)

  1. The athlete’s biggest foe was his own fear of failure. (Sporcu, en büyük düşmanı başarısızlık korkusuydu.)
  2. She couldn’t believe her best friend had turned into her foe. (O, en yakın arkadaşının düşmanına dönüştüğüne inanamadı.)
  3. The company saw the new startup as a potential foe. (Şirket, yeni bir girişimi potansiyel bir düşman olarak gördü.)
  4. The knight had to face his foe alone in the dark forest. (Şövalye, karanlık ormanda tek başına düşmanıyla yüzleşmek zorunda kaldı.)
  5. The spy had to infiltrate his foe’s organization to gather intel. (Casus, istihbarat toplamak için düşmanının organizasyonuna sızmak zorundaydı.)
  6. The siblings had always been foes, but they still loved each other deep down. (Kardeşler her zaman düşman olmuşlardı, ancak derinlerde hala birbirlerini seviyorlardı.)
  7. The captain knew his foe’s ship was faster and better armed than his own. (Kaptan, düşmanının gemisinin kendi gemisinden daha hızlı ve daha iyi silahlandırılmış olduğunu biliyordu.)
  8. She was determined to defeat her foe in the upcoming debate. (O, yaklaşan tartışmada düşmanını yenmeye kararlıydı.)
  9. The detective finally caught his elusive foe after months of investigation. (Dedektif, ayak takımına düşmanını yakaladıktan sonra aylarca araştırma yaptı.)
  10. The warrior had to use all of his strength to defeat his powerful foe. (Savaşçı, güçlü düşmanını yenmek için tüm gücünü kullanmak zorunda kaldı.)
  11. The teacher warned the students that procrastination could be their foe. (Öğretmen, öğrencilere ertelemenin düşmanları olabileceği konusunda uyardı.)
  12. The two nations were at war, and each saw the other as their mortal foe. (İki ulus savaş halindeydi ve her biri diğerini ölümcül düşmanları olarak gördü.)
  13. The politician’s greatest foe was his own lack of integrity. (Politikacının en büyük düşmanı, kendi dürüstlük eksikliğiydi.)
  14. The athlete’s biggest foe wasn’t his opponents, but his own self-doubt. (Sporcunun en büyük düşmanı rakipleri değil, kendi kendine şüphe duymasıydı.)
  15. The spy knew he had to eliminate his foe before his cover was blown. (Casus, kapağının uçmadan önce düşmanını ortadan kaldırmak zorunda olduğunu biliyordu.)
  16. The two superheroes had to team up to defeat their common foe. (İki süper kahraman, ortak düşmanlarını yenmek için birlikte çalışmak zorunda kaldı.)
  17. The artist’s biggest foe was the blank canvas staring

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.