Evanescence İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Evanescence İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı

Evanescence

Evanescence, İngilizce bir kelime olup “iz bırakmadan kaybolmak” anlamına gelir.

  1. Evanescence is one of my favorite bands. (Evanescence, benim en sevdiğim gruplardan biridir.)
  2. Her beauty had an evanescence that left me in awe. (Onun güzelliği beni hayrete düşüren bir iz bırakmadan kayboluşa sahipti.)
  3. The evanescence of the morning dew made the grass glisten. (Sabah çiyinin iz bırakmadan kayboluşu, çimenleri parlatıyordu.)
  4. Her dream of being a singer seemed to be evanescent after years of rejection. (Yıllarca reddedilmesinin ardından şarkıcı olma hayali iz bırakmadan kaybolan gibi görünüyordu.)
  5. The evanescence of the smoke made it hard to see the source of the fire. (Dumanın iz bırakmadan kayboluşu, yangının kaynağını görmeyi zorlaştırdı.)
  6. I love the way her voice evanesces at the end of each note. (Her notanın sonunda sesinin iz bırakmadan kayboluşunu seviyorum.)
  7. The evanescence of youth is something we all have to face eventually. (Gençliğin iz bırakmadan kayboluşu, hepimizin eninde sonunda karşılaşacağı bir şeydir.)
  8. The artist captured the evanescent beauty of the sunset in his painting. (Sanatçı, resminde güneş batışının iz bırakmadan kaybolan güzelliğini yakaladı.)
  9. The evanescence of his happiness was palpable as soon as he heard the bad news. (Kötü haberi duyar duymaz mutluluğunun iz bırakmadan kayboluşu hissedilebilirdi.)
  10. The evanescent memory of her childhood home made her feel nostalgic. (Çocukluk evinin iz bırakmadan kaybolan hatırası, onu nostaljik hissettirdi.)
  11. The evanescence of their love was painful to watch. (Aşklarının

iz bırakmadan kayboluşu izlemesi acı vericiydi.)
12. The evanescent sound of the wind chimes filled the air. (Rüzgar çanlarının iz bırakmadan kaybolan sesi havayı doldurdu.)

  1. The evanescence of his fame was a hard lesson for him to learn. (Ününün iz bırakmadan kayboluşu, onun öğrenmesi zor bir ders oldu.)
  2. The evanescence of the snowflakes made them look like delicate lace. (Kar tanelerinin iz bırakmadan kayboluşu, onları zarif dantel gibi gösteriyordu.)
  3. The evanescent light of the fireflies twinkled in the night. (Böceklerin iz bırakmadan kaybolan ışığı geceleyin parıldadı.)
  4. The evanescence of her smile was fleeting but beautiful. (Gülümsemesinin iz bırakmadan kayboluşu geçici ama güzeldi.)
  5. The evanescent scent of the flowers filled the room. (Çiçeklerin iz bırakmadan kaybolan kokusu odayı doldurdu.)
  6. The evanescence of the rainbow reminded her of life’s fleeting moments. (Gökkuşağının iz bırakmadan kayboluşu, hayatın geçici anlarını hatırlattı.)
  7. The evanescence of the sandcastle made the children sad. (Kumdan yapılan kalelerin iz bırakmadan kayboluşu, çocukları üzüyordu.)
  8. The evanescent moment of their kiss felt like it lasted forever. (Öpüşmelerinin iz bırakmadan kaybolan anı sonsuza kadar sürmüş gibi hissettirdi.)

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.