Afloat İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı
Afloat
Afloat, “suda yüzüyor” anlamına gelir.
- I can’t believe the boat is still afloat after that storm. (Bu fırtınadan sonra teknenin hala suda olduğuna inanamıyorum.)
- The ducks were afloat on the pond. (Ördekler gölde yüzüyordu.)
- We need to keep the company afloat during these difficult times. (Bu zor zamanlarda şirketi ayakta tutmamız gerekiyor.)
- The bottle was afloat in the ocean for weeks before it washed up on shore. (Şişe, sahile vurmadan önce haftalarca denizde yüzdü.)
- The swimmers stayed afloat by treading water. (Yüzücüler suyun üstünde durmak için ayaklarını çırparak yüzdüler.)
- We had to abandon the sinking ship and stay afloat using life jackets. (Batan gemiyi terk etmek zorunda kaldık ve can yelekleri kullanarak suyun üstünde kalmaya çalıştık.)
- The economy is barely afloat due to the current situation. (Mevcut durum nedeniyle ekonomi zar zor ayakta kalmaktadır.)
- The fisherman set his nets afloat before sunrise. (Balıkçı, güneş doğmadan önce ağlarını suya bıraktı.)
- The buoy kept the anchor afloat. (Şamandıra, çapa halatını suyun üstünde tuttu.)
- The boat was left afloat in the harbor. (Tekne limanda su üzerinde bırakıldı.)
- The cargo was afloat on the barge. (Yük barjda su üzerindeydi.)
- She struggled to keep her head afloat in the rough water. (Sert suda başını suyun üstünde tutmak için mücadele etti.)
- The beach ball was afloat in the pool. (Plaj topu havuzda yüzüyordu.)
- The swimmer managed to stay afloat until the lifeguard rescued him. (Yüzücü, cankurtaran tarafından kurtarılana kadar suyun üstünde kalmayı başardı.)
- The ship was afloat again after repairs to the hull. (Gemi, gövde tamirleri yapıldıktan sonra tekrar su üzerindeydi.)
- The boat was tied afloat to the dock. (Tekne, iskeleye bağlı olarak suda kaldı.)
- The rubber duck was afloat in the bathtub. (Kauçuk ördek küvette yüzüyordu.)
- The swimmer struggled to stay afloat in the choppy waves. (Yüzücü, dalgalı suda suyun üstünde kalmak için mücadele etti.)
- The company managed to stay afloat by cutting costs. (Şirket, maliyetleri keserek ayakta kalmayı başardı.)
- The log was afloat in the river. (Kütük, nehirde suyun üstünde yüzüyordu.)
- The lifeboat kept the survivors afloat after the shipwreck. (Kurtarma botu, gemi enkazından sonra hayatta kalanları suyun üstünde tuttu.)
- The surfboard was afloat in the ocean waves. (Sörf tahtası, okyanus dalgalarında yüzüyordu.)
- The floating dock was a great addition to the marina. (Yüzen iskele, marinaya harika bir ekti.)
- The canoeists paddled hard to stay afloat in the rapids. (Kano sporcuları akıntılı sularda suyun üstünde kalmak için sert bir şekilde kürek çektiler.)
- The oil spill caused thousands of birds to struggle to stay afloat. (Petrol sızıntısı, binlerce kuşun suyun üstünde kalmak için mücadele etmesine neden oldu.)
- The children loved playing with their inflatable toys afloat in the pool. (Çocuklar havuzda şişme oyuncaklarıyla oynamaktan hoşlandılar.)
- The sailor was stranded afloat in the middle of the ocean. (Denizin ortasında mahsur kalan denizci suyun üstünde kaldı.)
- The boat was afloat once more after the leak was fixed. (Sızıntı düzeltildikten sonra tekne tekrar su üzerindeydi.)
- The small boat was struggling to stay afloat in the strong current. (Küçük tekne, güçlü akıntıda suyun üstünde kalmak için mücadele ediyordu.)
- The floating market was a popular tourist attraction in Thailand. (Yüzen pazar, Tayland’da popüler bir turistik cazibeydi.)
Overall, “afloat” is a versatile word that can be used in a variety of contexts to describe something floating on water or staying financially solvent.
Hemen Yorum Yaz