Bu konumuzda Empresyonizm Nedir, Empresyonizm Özellikleri bilgisini vereceğiz.
Empresyonizm izlenimcilik olarak da bilinir, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Fransa’da önce resim, sonra da müzik alanında etkin olan önemli sanat akımlarından biridir. İzlenimciler bir önceki romantik ve gerçekçi kuşağın konularından ve dolaysız anlatım biçiminden uzaklaşarak, bir düşünce ya da görüntünün insanda uyandırdığı izlenimleri yansıtmayı amaçlamışlardır.
Batı’da Empresyonist resim. Claude Monet, Camille Pissarro, Pierre Auguste Renoir, Alfred Sisley, Edgar Degas, Berthe Morisot, Armand Guillaumin ve Jean-Frederic Bazille gibi ressamların geliştirdikleri akımın en verimli dönemi 1867-86 arasıydı. Bu sanatçılar ortak bir teknik ve anlatım biçimi çerçevesinde birlikte çalışıyor, aralarında bilgi alışverişi yapıyor ve ortak sergiler açıyorlardı.
Empresyonistlerin hepsi daha sanat yaşamlarının başlarındayken, 200 yıldır Avrupa sanatını yönlendiren akademik eğitimin sınırlayıcı etkisinden kurtulmayı amaçlamışlardı. Genel ve resmi beğeni düzeyini belirleyen akademizm içinde yüceltilen değerler tarihsellik, duygusallık ve aslına benzerlikti. 1860’ların sonlarına doğru Edouard Manet’ nin geliştirdiği yeni estetik, izlenimciliğin oluşmasında önemli bir etken oldu. Bir sanatçı, resmi ilk kez konunun egemenliğinden kurtarmış, dikkatini doğrudan renk ve biçim üzerinde yoğunlaştırmıştı. Manet renk kümeleriyle oluşturduğu komposizyonlarında perspektif derinliği en aza indirmiş ve düz renk alanları kullanmıştı. Böylece konu ikinci plana itiliyor, izleyicinin dikkati resmin yüzeyine çekiliyordu.
Aynı sıralarda Monet, Pissarro, Renoir, Sisley ve Bazille de manzara resimlerinde renk ve ışığı daha dolaysız bir biçimde betimlemeye çalışıyorlardı. Rengin, nesnenin bir öğesi değil, nesneden yansıyan bir ışık olduğunu savunan bilimsel kuramların etkisiyle, değişmeyen yerel renklerden (nesnenin öz rengi) uzaklaştılar. Havanın durumu, uzaklık ya da yakınlık, çevredeki başka nesnelerin etkisi gibi nedenlerle nesnelerin doğa içinde aldığı değişik tonları yakalamayı amaçladılar. Önce suyun üstündeki yansımaları kırık fırça vuruşlarıyla verdiler. Ardından, gördükleri her şeyi, palette karıştırmadan ayrı ayrı uyguladıkları saf renklerle ve kırık fırça vuruşlarıyla tuvale aktardılar. Uzaktan bakıldığında istenilen tonların görsel olarak elde edildiği bu resimler, daha sonra yeni-izlenimcilerin yetkinleştirdiği divizyonizm tekniğinin ilk deneysel uygulamalarıydı. Manet’nin ardından izlenimciler de geleneksel konulardan uzaklaştılar ve ışık üzerinde durarak özellikle günün değişik saatlerinde oluşan farklı ışık değerlerini yakalamaya çalıştılar. Tuvallerini bütünüyle kaplayan aydınlığın içinde biçim sezilse de, kütlesel olmuyordu ve adeta ışık, biçimden fışkırıyordu.
Degas izlenimci ilkeleri desteklemekle birlikte, ışık ya da renk yerine çizgiyi yeğledi. Degas’yı izlenimci yapan özelliği, anlık izlenimleri bir fotoğraf gibi yakalayabilmesiydi. Resimleri sürekli olarak resmî Salon sergilerinden geri çevrilen grup, ilk ortak sergisini 1874’te Salon des Refuses’de (Reddedilenler Salonu) açtı. Monet’nin bu sergideki “İzlenim: Gündoğumu” (1872, Marmottan Müzesi, Paris) adlı yapıtı akıma adını verdi. İzlenimciler 1886’ya değin yedi sergi düzenlediler. Bu dönemde hepsi bir yandan kendilerine özgü bir üslup geliştirirken, bir yandan da kendileriyle gerçek dünya arasında özgürce kurmaya çalıştıkları kişisel ilişkiyi yapıtlarıyla kanıtlıyorlardı. Bu ilişkide alışılmış çağrışımlardan çok (örn. manzaranın “pastoral” olması gibi), kendi estetik duyarlılıklarından yola çıkıyorlardı.
1886’da grup dağıldı. Birçoğu artık akımın estetik sınırlamalarını aşmak istiyordu. Kısa ömürlü olmakla birlikte, izlenimcilik sanat tarihinde bir devrimdi. Paul Cezanne, Paul Gauguin, Vincent van Gogh ve Georges Seurat için izlenimcilik bir başlangıç oldu. İngiltere’de J. S. Sargent, ABD’de John H.Twachtman, T. W. Dewing (1859-1935), Childe Hassam, Mary Cassatt, Theodore Robinson (1852-96) ve J. Alden Weir (1852-1919), Almanya’da da Lovis Corinth, Max Liebermann ve Max Slevogt (1868-1932) gibi ressamlar izlenimciliği benimsediler. Alman izlenimciliğinde gerek teknik, gerekse konular dışavurumculuğa yaklaşan dramatik bir boyut içeriyordu.
Türkiye’de Empresyonizm : Türk resminde, izlenimci anlayışı uygulayan ilk ressam Halil Paşa’ydı. Daha sonra İbrahim Çalh, Feyhaman Duran, Nazmi Ziya Güran, Namık İsmail ve Avni Lifij gibi 1914 Kuşağı sanatçıları da izlenimci doğrultuda çalıştılar. Bazı uzmanlarca “Türk izlenimcileri” olarak da anılan bu ressamlar 1910-14 arasında Paris’te eğitim görmüş ve izlenimci anlatıma yakınlık duymuşlardı. Fransız izlenimcilerinin renk ve ışık kullanımından yararlanmakla birlikte, konu ve teknik açıdan onlardan oldukça farklı bir anlatım geliştirmişlerdi. Bu nedenle “Türk izlenimcileri” terimini bazı uzmanlar bir yakıştırma olarak niteler.
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin 1916’da düzenlemeye başladığı Galatasaray sergileri 1914 Kuşağı’mn tanınmasını sağladığı gibi, bu kuşağın Türk resim sanatına getirdiği yeniliklerin yaygınlaşmasında da etkili oldu.
Müzikte Empresyonizm: Müzikte Claude Debussy öteden beri izlenimciliğin önde gelen temsilcisi sayılır. Ama Debussy izlenimci ressamların genel estetik yaklaşımından etkilenmekle birlikte, bestelerinde benzer tekniklerden yararlanmaya çalışmadı. Üstelik ilk yapıtından sonuncusuna değin müziği öylesine çeşitliydi ki, ancak 1892-1903 arasında yaptığı besteler büyük çoğunluğuyla genel anlamda izlenimci tanımına giriyordu. Sonraki yapıtları içinde de bunları andıran birkaçı aynı uslubu yansıtıyordu. Onun izlenimcilik kapsamında değerlendirilebilecek yapıtlarının bazısı Pelleas et Melisande (ilk sahnelenişi 1902) operası, Noktürnler’inden “Naugeş” (tamamlanışı 1899; “Bulutlar”) ve On İki Prelüt’ten “Voiles”dir (I. Kitap 1910; “Yelkenler”). Debussy’den başka Mauric Ravel, Frederick Delius, Ottorino Respighi, Karol Szymanowski ve Charles Griffes de izlenimci besteciler arasında sayılır.
İzlenimci müziğin genellikle narin, edilgen ve ruh haline bağlı olduğu düşünülür. Gerçekte ise bu tür müzikte ölçülülük, vurgudan kaçınma ve durağanlık belirgindir; bestecinin başlı başına güzel ve gizemli bir amaç olarak gördüğü saf sese duyduğu hayranlık, son derece çarpıcı, renkli bir etki yaratır. Teknik yönden bu özellikler çoğunlukla armoninin durağanlığı, tonalitenin belirsizliği, keskin biçim karşılıklarıyla ritmik atılımların bulunmayışı ve melodi ile eşlik arasındaki ayrımın bulanıklaşmasından doğar. Her ne kadar izlenimciliğe romantizmin aşırılıklarından uzaklaşma hareketi olarak bakılırsa da, temel özelliklerinin pek çoğu Franz Liszt, Richard Wagner ve Aleksandr Skriyabin gibi dışavurumculuğun romantik öncüleri sayılan bestecilerin yapıtlarında da görülebilir. Empresyonizm hakkında bilgi verdik.
Cok iyi guzel ama cok uzun yazi
Çok beğendim yazınızı ödevimde yardımcı oldu.