Savaş ve Barış ile İlgili Kompozisyon

Savaş ve Barış Hakkında Kompozisyon , Savaş ve Barış ile İlgili Kompozisyon Örneği , Savaş ve Barış Kompozisyon Yazısı , Savaş ve Barış Konulu Kompozisyon Örnekleri , Savaş ve Barış Açıklaması , Savaş ve Barış Günü Haftası Önemi Hakkında Kompozisyon

Savaş İle Barış ilgili Kompozisyon

Barış içinde yaşamak son derece önemli bir ihtiyaçtır. İnsanlar barış ortamında daima huzurlu ve mutlu olur. Savaş ise insanı huzursuz ve mutsuz eder.

Tarihe baktığımızda iki büyük dünya savaşı olduğunu görürüz. Bu iki büyük dünya savaşında da oldukça büyük kayıplar verilmiş, ağır silahlar kullanılmış ve psikolojik olarak derin yaralar geriye kalmıştır. Savaşın çevreye verdiği zarar insanlarda büyük ve önemli etkiler bırakmaktadır. Savaş her yerde kötüdür. Çünkü ardında hep gözyaşı bırakır.

Barış içinde yaşamak, toplumu güçlendirdiği gibi, hayatı da kolaylaştırır. Savaş yerine barışı seçmek hayatı ve güzellikleri seçmektir. Toplumsal barış ve uzlaşma iyi yaşamanın şartıdır. Atatürk barışın insan ve toplum hayatında ne kadar önemli olduğunu belirtmek için “Yurtta barış dünyada barış” demiştir. Demokrasi, özgürlük, dayanışma, paylaşma, birlik içinde olma barışın sağlanması açısından son derce önemlidir.

Barış içinde yaşamak dünyada ve toplumda en önemli ölçütlerden birisidir. Barış tacı, saltanat tacıyla kıyaslanamayacak kadar güzel ve değerlidir.
__________________________________________________ ______________________

Bir tek çocuğun hayatını kurtarabileceğimi bilsem vatanımdan, bayrağımdan, dinimden, ırkımdan vazgeçerim

Bir Kürt çocuğunu bir Türk çocuğundan, bir Yahudi çocuğunu bir Arap çocuğundan, bir Amerikalı çocuğu bir Iraklı çocuktan ayırt etmem

Hiçbir çocuğun ölümü sevindirmez beni

Onların hepsi çocuk

Vurulup yıkıldıklarında, sönmekte olan gözleriyle son kez hayata bakıp başları toprağa düştüğünde, onlar sadece ölü çocuk oluyorlar

Hep merak ederim, eğer “savaş ilan edenlerin ve savaş kışkırtıcılığı yapanların çocukları cephenin en ön mevzilerindeki ilk birlikte yer alacaklar” diyen bir kural olsaydı, tarih bu kadar çok savaşa şahit olur muydu?

Yarın sabah yapılacak ilk saldırıda ölecek ilk askerin kendi oğlu olduğunu bilerek kaç siyasetçi, kaç general savaş kararı verecek, kaç gazeteci “hadi çocukları cepheye gönderelim” diye bağıracaktı

Savaş isteyecekler miydi o zaman?

Savaşa gönderecekler miydi çocukları?

Ve eğer aralarından biri, ilk ölecek askerin kendi çocuğu olacağını bilerek savaşa karar verecek olsaydı onu “bir kahraman” olarak mı yoksa “oğlunun ölümüne kayıtsız kalan taş kalpli bir canavar olarak mı” görecektik?

Soracak mıydık kendimize, “yeryüzünde insanın evladından daha kıymetli bir toprak parçası var mı?” diye

Her savaşta ilk ölen bir çocuk var

O “başkasının” çocuğu olduğu zaman mı savaştan rahatça sözediliyor?

Siz bir insanın savaşta nasıl öldüğünü hiç düşündünüz mü?

Önce bir vınıltı duyulur, uğursuz, ürkütücü bir vınıltı, başını kaldırıp gökyüzüne bakarsın, o vınıltı ani bir homurtuya dönüşür sonra, bir karaltı süratle yaklaşır ve dehşetli bir patlamayla etrafındaki hava boşalır, kolların, bacakların patlamanın olduğu yerden uzaklaşan havanın korkunç çekim gücüyle yerlerinden koparılır, alevler içinde yanan bedenin dağılır

Böyle ölüyor çocuklar

Bazen bir mayına basıyorlar, son duydukları madeni bir mekanizmanın sesi oluyor ve bütün etleri, kasları, damarları parçalanarak havaya uçuyor

Gözlerine giren mermiler, ciğerlerine saplanan kurşunlar

Kan gırtlaklarına doluyor

Niye ister bazı insanlar çocukların böyle ölmesini?

Vatan için mi, din için mi, bayrak için mi?

Aynı tanrıya ayrı dillerde yakaran insanların, “Allah için” birbirlerini öldürmesi çok mu uygun dine?

İlk ölecek asker kendi çocuğu olduğunda kaç dindar böylesine büyük bir istekle destekleyecek savaşı?

Her biri çocuğunu kurban eden bir Hazreti İbrahim mi olacak?

Dünya peygamberlerle mi dolu?

Eğer öyleyse bu zulüm, bu kan, bu korkunç düşmanlık bunca peygambere rağmen nasıl var oluyor?

Sonsuz kainatın en uzak, en ücra, en ıssız köşelerindeki küçücük mavi bir gezegenin üstündeki canlılar neden yaratıldıklarından beri birbirlerini öldürüyorlar?

Niye içimizde tükenmeyen bir öldürme isteği var?

Ve, niye her toplum “öldürenleri ve öldürtenleri” alkışlıyor?

Tolstoy’un muhteşem eseri Savaş ve Barış’ta, Prens’in karısı edebiyat tarihinin en olağanüstü karakterlerinden biri olan Pierre’e anlamaya çalışarak sorar:

– Hiç anlayamıyorum, neden erkekler savaşsız yaşayamaz? Niye biz kadınlar böyle bir şey istemeyiz, niye bizim buna ihtiyacımız yoktur?

Bir başka sayfada, ertesi sabah meydan savaşına katılacak olan Prens Andrew’ın düşünceleriyle karşılaşırız

O gecenin son gecesi olabileceğini, ertesi gün ölebileceğini düşünür

Birçoklarıyla birlikte ölümün onun da kapısını çalabileceğini aklından geçirirken hayal kurmaya başlar, ertesi gün savaş kaybedilirken kendisi ortaya çıkacak, yeni bir saldırı planı ortaya koyacak, emrine verilen kuvvetlerle düşmana saldırıp onları bozguna uğratacak, bunun üzerine ordu kumandanlığına getirilecektir

İçindeki bir ses “sonra ne olacak” diye sorar ona, “bütün bunları yaparsan sonra ne olacak?”

– Sonra ne olacağını bilmiyorum, der Prens kendi kendine, bilmek de istemiyorum Ama bütün bu şanı şöhreti, insanlar tarafından sevilmeyi istiyorsam ve hayatta tek istediğim buysa, sadece bunun için yaşıyorsam, bu benim suçum değil Evet, sadece bunu istiyorum Bunu kimseye söyleyemem ama, aman tanrım, bütün yapacaklarımı şanı şöhreti çok sevdiğim için mi yapacağım? Ölüm, yaralanma, ailemi kaybetme ihtimali, hiçbirinden korkmuyorum Bütün sevdiklerimden, bu ne kadar aykırı görünürse görünsün, bir zafer anı için, hiç tanımadığım insanların hayranlığı için vazgeçmeye hazırım

Bunun için mi savaştı erkekler binlerce yıl?

Diğer erkeklerin saygısını ve hayranlığını kazanmak için mi?

Bunun için mi öldürdüler?

Bunun için mi öldürttüler?

Prens Andrew, başkalarının hayranlığını kazanmak, şana şöhrete ulaşmak, erkekçe bir saygı görmek için kendi hayatını tehlikeye atmayı hayal ediyordu, bunlar için kendi hayatından ve ailesinden vazgeçmeye razı oluyordu ama bugünkü “kahramanlar” cephelerden çok uzaklarda gizliler, kendi hayatlarını değil çocukların hayatlarını tehlikeye atıyorlar, kendi ailelerini değil başka insanların ailelerini acılara sokuyorlar

Bugünkü kahramanlardan hangisi, hangi başkan, hangi lider, hangi önder, ilk ölecek olan kendi çocuğu olacak olsaydı bu savaşı başlatacaktı?

Hangisi, Prens Andrew gibi kendisiyle yüzleşme cesareti gösterebilecekti?

Hangisi, “binlerce genç çocuğu sırf kendime şan şöhret sağlamak için ölüme gönderiyorum, adımı taçlandıracak bir zafer anı için binlerce insanı ölümün kucağına bırakıyorum” diyecekti?

Ve hangisi, “yıkılmış binaların, çökmüş evlerin, göçmüş mağaraların içinde ölen çocukların hayatını, o çocukları öldürten silahları yapanların servetlerini biraz daha arttırmak, yaptığım gizli anlaşmalarla kanı paraya çevirmek için feda ediyorum” diyebilecektir

8 yorum

ayşe özdere için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.