Kültür Alanı Nedir

Kültür Alanı Nedir

Kültür alanı, toplumsal ya da kültürel açıdan belirlenebilir bir nüfusu, “doğal” bir çevreyi ve bu ikisi arasında olduğu varsayı­lan, ifade edilen ya da varlığı saptanan etkileşimi belirtmekte kullanılan antropolo­jik kavramdır. Bu üç öğeden hangisinin ağır­lıklı olduğu; her birinin gerçek yapısı ve bileşimi değişiklik gösterir. Kültür Alanı Ne Demek, Kültür Alanı tanımı açıklaması :

Kültürel olgula­rı bölgeselleştirme çabasında temel sorun, iki temel bölge tipinin saptanmasıdır; bun­lar, coğrafyacıların merkezli ve bir örnek olarak adlandırdığı bölgelerdir. Merkezli bölgeler, merkezi bir noktanın çevresinde oluştuğu düşünülen alanlardır; söz konusu merkez, bu alanda gerçekleştirilen etkinlik­lerin odağını oluşturur. Bölgenin sınırlan, çeşitli dolaşım kanallarıyla merkeze bağla­nan etkinliklerin de sınırlarıdır. Birörnek bölgeler ise, bir alan içinde bir ya da birkaç özelliğin ya da özellik kümesinin varlığıyla tanımlanır. Tümüyle bir akrabalık grubu­nun üyelerinden oluşmuş, üzerinde yaşayanların tümünün ya da büyük çoğunluğu­nun aynı soyadını taşıdığı bölgeler buna örnektir. Bu anlamda bütün ulusal devlet­ler, ortak bir yasalar bütünü, çoğu kez de ortak dil ve din dolayısıyla birörnek bölgelerdir. İlk örnekte bölgenin, bir akra­balık ya da soyadı grubunu kapsadığı varsa­yılmıştır. İkinci örnekte ise birörnek bölge­nin sınırlarını, hukuki olarak tanınmış siya­sal sınırlar oluşturur. İster merkezli, ister bir örnek olsun bu bölgeleri saptamak için, özelliklerinin dik­katle tanımlanması gerekir. Öncelikle, ta­nımlayıcı değişkenler olarak kullanılacak ölçütler titizlikle belirlenmelidir. Kültürel özellikler açısından bu, insanların en az yüzde 50’sinin okuma yazma bildiği bir alan örneğindeki gibi görece basit bir tanım ya da oy hakkı, parlamento vb bir dizi koşulun aynı anda bulunmasını gerektiren daha karmaşık toplumsal ve siyasal bir tanım olabilir. İkinci olarak, saptanan ayırıcı özelliklerin derecesini belirlemek gerekir. Örneğin okuryazarlık bir insanın adını yaza- bilmesiyle mi, eylem ya da durum bildiren basit tümceleri okuyup yazabilmesiyle mi, yoksa bir gazete makalesini okuyup özetleyebilmesiyle mi tanımlanacaktır? Bir alanı belirlemekte kullanılan çok sayıda ölçüt varsa, bunların eşit ağırlıkta olup olmadığı­na, ayrıca değerlendirmeye tümünün aynı anda ve eşit derecede katılmasının gerekip gerekmediğine karar verilmelidir. Örneğin bir bölgeyi tanımlarken akrabalık gruplarının, ekonomi ya da maddi kültür gibi öteki değişkenlere göre taşıdığı önem ve bütün bu değişkenlerin karışımının göz önüne alınıp alınmayacağını bilmek gerekir. Son olarak da bir zaman dilimi saptanmalıdır. Özellikle Avrupalıların Yenidünya’ya ilk yerleştiği zamanlardaki “Amerikan sının” gibi geçici bölgeler söz konusu olduğunda daha da titizlikle uyulması gereken bu koşul, “Çin uygarlığı” ya da “dünyanın kurak bölgeleri” gibi görece kalıcı tanımlar söz konusu olduğunda da önem taşır. Dolayısıyla yapay ve geçici bir nitelik taşıyan bölgeler, yalnız­ca araştırmacıların sınıflandırma yapmasını kolaylaştıran birer kategoridir. 20. yüzyıl başlarında genel olarak kültür alanlan konusunu ele alan yazarların etkisi gitgide arttı. En önemlileri İngiliz Sir Halford John Mackinder ile Fransız Paul Vidal de La Blache olan bu yazarlar, insan-doğa etkileşimi sonucu yeryüzünde oluşan ve çözümleme yoluyla saptanabildi alanlarla ilgileniyorlardı. Birörnek bölgelerden çok, merkezli bölge­leri ele alan Mackinder’a göre, “dünya siyasetinin eksenini oluşturan bölge, gemi­lerin ulaşamadığı, ama ilkçağda at sırtındaki göçebelerin girebildiği, günümüzde de de­miryolu ağlarıyla kaplanmak üzere olan uçsuz bucaksız Avrasya” idi. Bu ekseni oluşturan bölgeler artık demiryollarıyla bir­birine bağlanarak yeniden biçimlenmekte, burada yaşayan halklar da gittikçe daha güneye ve doğuya göç etmekteydiler. Mac­kinder, buradaki kaynaklann deniz ulaşımı ve bir deniz gücüyle birleşmesi durumunda bölgenin, dünya çapında bir siyasal sistemin odağı olacağını öne sürdü. Vidal de La Blache ise toplumların süreç içinde, toplumsal amaçların birer yansıması olan bölgeler kurduklarını öne sürerek çev­renin insana önceden belirlenmiş, sabit tek bir yol yerine çok çeşitli olanaklar sunduğu­nu vurgulamıştır. Kuşkusuz insan üzerinde kısıtlamalar vardır; ama bunlar kültürel değerler, toplumsal örgütlenme, teknoloji gibi kültürel kısıtlamalardır. Vidal’in, bütün bu özelliklerin karışımı için. kullandığı genre de vie ya da “yaşam tarzı” terimi, kabaca günümüz antropologlarının “kültür” terimi­ne denk düşer. Uzun dönemler boyunca insan ve çevre arasındaki etkileşim sonucu ve insanın çeşitli çevre koşullan arasında seçim yapmasıyla birbirinden farklı çevreler gelişmiştir; bu çevrelerin her biri, hem kendinden önceki çevre koşullarını, hem de bu çevre koşullan arasında seçim yapılma­sında rol oynayan kültürel araçların etkisini yansıtır.

Antropolojide dört temel kavram geliştiril­miştir; bunlar kültür alanı, yaş-alan varsayı­mı, alan ortak geleneği ve Kulturkreis’tır (kültür çevresi). Bu kavramlar, temel amaçları açısından mantıksal olarak ilintili, ama temel yöntem ve sonuçlan açısından yorum gerektirecek kadar birbirlerinden farklıdır. 20. yüzyıl başlarında, arkeologlarla antro­pologlar, sanat yapıtları ve alan araştırmalarından elde edilmiş bilgileri yansıtan alan gruplandırmaları yapmanın gereğini kavra­mışlardı. Böylece müzelerde sergilenen bazı eşya ve yapıtlar kültür alanlarına göre düzenlendi ve Amerika Yerlilerini kültür alanı komplekslerine ayırma girişimleri gö­rüldü. Ancak bunların maddi bir gerçeğe denk düşen nesnel ayrımlar mı, yoksa yalnızca çözümleme amacıyla oluşturulmuş kurgusal ayrımlar mı olduğu tartışma konu­suydu. ABD’li antropolog Alfred Kroeber mekâna dayalı aynmların gerçek olduğunu ve “sistemli biyolojinin temelini oluşturan doğal hayvan ve bitki sınıflandırmasına benzer bir biçimde, felsefi olmayan, tümevarıma dayalı, temelde çürütülemez bir düzenleniş”i temsil ettiğini ileri sürdü. Bir başka ABD’li antropolog Clark Wissler’ın geliştirdiği yaş-alan varsayımına göre de, kültürel öğeler başlangıçtaki merkezî bir noktadan dışarıya doğru yayılır. Bu merkezî nokta rastlantısal ya da “tarihsel” olarak gelişir ama bir kez yerleştikten sonra kültür-çevre etkileşimi başlar. Bu etkileşim­de ağırlık, görece değişmez niteliğinden ötürü doğal çevrededir. Wissler’a göre kül­türel öğeler, bu merkezden bütün yönlere doğru eşit biçimde yayılma eğilimindedir. Dolayısıyla eşit koşullar altında en geniş dağılımı gösteren öğelerin en eski, yani en uzun süreden beri yayılma süreci içinde bulunan öğeler olduğu çıkarsanabilir. Böy­lece yaş-alan varsayımına göre dağılım ala­nının genişliği, kültürel öğenin yaşını gösterir.

Kültür alanlan kavramında kültürel öğe­ler, zamanın tek bir anında dondurulmuş bir mekân çerçevesinde düzenlenirken, yaş- alan varsayımı çıkarsama yoluyla bu kavrama bir zaman boyutu katmıştır. Yeni dünya’nın bazı bölgelerinde, özellikle de Güney Amerika’da, kültür alanlan kronolojik bir sırayı izlemekteydi. Etkileşim içinde olduğu gösterilebilen ya da çıkarsanabilen birden çok kültür alanı için aynı anda böyle bir sıranın bulunması, alan ortak geleneği ola­rak adlandırıldı. Ancak bu kavramın uygu­lama alanı Yenidünya ile sınırlı kaldı. Tipolojik kurgulara dayanak sağlayacak arkeolojik ve tarihsel kanıtların bol bulun­duğu Avrupa’da, mekân yönelimli kültür alanı kavramı fazla ilgi görmedi. Öte yan­dan zaman yönelimli Kulturkreis kavramı, bir dönem özellikle Almanya’da antropoloji çalışmalarına damgasını vurdu. Her iki yaklaşım da kültürel özelliklerin dağılımını açıklamayı amaçlamakla birlikte, olgulara bakışları felsefe ve yöntem açısından çok farklıydı. Kültür alanı kavramını savunanla- nn öne sürdüğü görüşlerden biri de, birbi­riyle ilişkili kültürel öğelerden oluşan bir bütün bulunduğu, bu bütünün çevreyle etkileşimi sonucu bir kültür kompleksinin geliştiği, bazen tümüyle kendine özgü ve benzersiz olabilen bu kültür kompleksleri­nin mutlaka in situ (asıl yerinde) ortaya çıktığıdır. Kulturkreis kuramına göre ise, kültürel öğelerin çoğu göç ve yayılma sonucu yeryüzüne dağılmıştır; dolayısıyla bağımsız yaratıcılığa son derece ender rast­lanır. Zaten yeryüzünde çok sınırlı sayıda Kulturkreis vardır.

20. yüzyılın sonlarında kültür alanı, Kul­turkreis gibi kavramlar daha çok, antropo­loji öğretiminde verileri düzenlemek için kullanılan basit birer tipolojik yapı olarak görülmektedir. Bu açıdan, çözümleme yap­mak için hâlâ yararlı birer kavram duru­mundadırlar. Temel alan varsayımları öğre­tim programlarına yansımış, coğrafya ve antropoloji bilginlerinin çoğu bir ya da iki kültür alanında uzmanlaşmıştır. Ama tipo­lojik kavramların yerini sistematik kavram­lar aldıkça her iki disiplinde de bu durum geçerliliğini yitirmektedir.

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.