
İthal İkamecilik Ne Demek
İthal ikamecilik, toplam arz içinde ithalatın payını düşürerek yurt içi üretimin payını artırmayı amaçlayan ekonomik gelişme ve sanayileşme stratejisidir. İthal edilmekte olan bir malın ya da mal gruplarının ithalatının kısıtlanarak yurt içinde üretilmesine ithal ikamesi denir. Bununla amaçlanan, bir yandan ekonominin dış etkenlere ve dış kaynaklara bağımlılığını azaltmak, bir yandan da ulusal gelir içinde sanayinin payını artırarak kalkınma için yeni kaynaklar yaratmaktır. Ama uygulamada ithalatı kısıtlanan malların üretiminde kullanılan ithal girdiler sık sık ekonomi genelinde ithalat artışına yol açar. İthal ikamesi nicel bir oran olarak mal bazında, sektör bazında ya da ekonominin bütünü için hesaplanabilir. İthal ikameciliğin kökeninde, tarıma ve tarımsal ürün ihracatına dayalı az gelişmiş ülke ekonomilerinin, kalkınma sürecinde karşılaştıkları sermaye birikimi ve ödemeler dengesi sorunları yatar. Dünya ekonomisinin uzun süreli bunalımları ve dünya savaşlarıyla uluslararası ticaretin sekteye uğraması da birçok az gelişmiş ülkede ithal ikameci sanayileşme sürecinin başlayıp gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Ama süreci başlatan etkenlerin ülkeden ülkeye farklılaşmasının ithal ikameciliğin evrimini etkilemediği gözlenmiştir: Her zaman dayanıksız tüketim mallarının üretiminden başlanmakta, daha sonra dayanıklı tüketim mallan ile ara ve yatırım mallarının üretimine geçilmektedir. Bu aşamalı gelişme, az gelişmiş ülkelerin sanayileşme sürecinin en önemli özelliklerinden biridir. Gelişmiş teknolojiler gerektirmeyen ve daha çok yerli girdilerin kullanıldığı dayanıksız tüketim malları ile belirli dayanıklı tüketim mallarının üretimine ağırlık verilen ilk aşamaya ithal ikameciliğin “kolay” aşaması denir. Ara ve yatırım malları üretiminin ağırlık kazandığı “ileri” aşama ise ithal ikameci sanayinin “derinlik” kazandığı aşama olarak da nitelenir.
1929 Büyük Bunalımı’nı izleyen yıllarda ve II. Dünya Savaşı sırasında Brezilya, Arjantin ve Şili gibi Güney Amerika ülkelerinde, Türkiye’de ve bazı başka az gelişmiş ülkelerde dış etkenlerin ithalatı zorlaştırdığı koşullarda ithal ikameciliğin “kolay” aşaması başladı. II, Dünya Savaşı sonrasında ise eski sömürgelerin siyasal bağımsızlıklarını kazanmasıyla ithal ikameciliği benimseyen ülkelerin sayısı hızla arttı. Hızlı bir ekonomik kalkınma çabasına girişen bu ülkelerde ithal ikamecilik, siyasal bağımsızlığı tamamlayacak ekonomik bağımsızlığın yöntemi olarak algılandı. İthal ikameciliğin benimsenmesinin önemli nedenlerinden biri de savaş sonrasının yeni uluslararası ekonomik koşullan çerçevesinde karşılaştırmalı üstünlükler ilkesiyle uyumlu ekonomik gelişme stratejileri izlemeleri istenen az gelişmiş ülkelerin 1950’lerden başlayarak ödemeler dengesi sorunlarıyla karşılaşmalarıydı. Bu dönemden başlayarak ithal ikameci sanayileşme stratejisi kalkınma iktisatçıları arasında yoğun tartışmalara konu oldu. Birleşmiş Mil- letler’e bağlı Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından 1948’de kurulan Latin Amerika Ekonomik Komisyonu (ECLAC/CEPAL) çevresinde toplanmış “yapısalcı” iktisatçılara göre, uluslararası iş bölümü tarım ürünleri ihracatçısı ülkelerin ekonomik gelişmesini olumsuz etkileyeceği için, uzun dönemli koruma çerçevesinde ithal ikamesi gerekliydi. Azgelişmiş ülkelerin kalkınmasını hızlandıracak bir yöntem olarak “bebek endüstriler” tezini destekleyen neo-klasik iktisatçılar da uzun dönemde uluslararası düzeyde rekabet edebilecek sanayilerin kurulabilmesi için korumacı önlemlerin gerekliliğini kabul ediyordu. Bunlar yapısalcı iktisatçılardan farklı olarak, katlı kur uygulamaları ve miktar kısıtlamaları gibi korumacı önlemler yerine, bebek endüstrilerin çeşitli sübvansiyonlarla desteklenmesini öngörüyordu. Gerçekten de 1950’lerden sonra ithal ikamecilik az gelişmiş ekonomilerin dünya ekonomisi ile bütünleşmesini sağladı. Üretken sermayenin uluslararasılaşması sürecinde çok uluslu şirketlerin az gelişmiş ülkelerdeki ithal ikameci sanayilere yatırıma başlaması, dinamik bir uluslararası işbölümü çerçevesinde meta dolaşımını engelleyen değil, hızlandıran bir mekanizma oldu. Birçok az gelişmiş ülkede benzer mallar üreten, küçük ölçekli, girdi ve teknoloji bakımından dışa bağımlı sanayiler oluştu. Bu yapılanma sonucunda az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret artarken azgelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki ticaret çok sınırlı kaldı. Birçok azgelişmiş ülkede yaşandığı biçimiyle ithal ikamecilik gerek neo-klasik, gerekse yapısalcı iktisatçılarca ekonomide “çarpıklıklara” yol açmakla eleştirilmiştir. Neo-klasik iktisatçılara göre bu çarpıklıklara temel nedeni piyasa mekanizmalarının işleyişinin devletin korumacı müdahaleleri ile engellenmesidir. Bu müdahaleler yüzünden ithal ikameciliği geliştirecek etkin bir kaynak dağıtımı gerçekleşemediği gibi aşırı değerli döviz kuru vb politikalarla tarımın ve ihracatın gelişmesine ket vurulmaktadır. Ayrıca korumacı politikalar gerek fiyat, gerek ürün kalitesi açısından, sanayinin uluslararası düzeyde rekabet gücünden yoksun biçimde gelişmesine yol açmıştır. Buna karşılık yapısalcılara eleştirileri ithal ikameciliğin, ekonomik büyüme sağlamakla birlikte, yapısal dönüşümlerin gerçekleştirilmesinde işlevsel olmadığı konusuna ağırlık verir. Mevcut gelir dağılımını veri alan, sınırlı bir iç pazara yönelik, dayanıklı ve lüks tüketim mallarının üretiminde yoğunlaşan bir ithal ikamecilik, ithalata bağımlılığı azaltmak yerine artırmıştır. Döviz tasarrufu yerine, kıt döviz kaynaklarının modası geçmiş teknolojilerin ithalatı için harcanması ile teknolojik bağımlılık artmıştır. Her iki yaklaşımın ortak bir eleştirisi ise, sermaye yoğun teknikler kullanılması nedeniyle, ithal ikameci sanayileşmenin işsizlik sorununun çözümüne yeterince katkıda bulunmamasıdır.
1960’lardan sonra ithal ikameci stratejiler izleyen çok sayıda az gelişmiş ülkede bir yandan iç pazarın sınırlarına ulaşılması, bir yandan da ödemeler dengesi sorunlarının büyümesi bu eleştirileri yoğunlaştırdı. Neo- klasik iktisatçılar korumacı politikalardan vazgeçilerek ihracata önem verilmesini önerirken, yapısalcılar ithal ikameciliğin “ileri” aşamasına geçilebilmesi için, devletin planlama işlevlerini geliştirerek daha ağırlıklı bir rol oynamasını önerdiler. Türkiye’de de 1970’lerin sonlannda ağırlaşan ödemeler dengesi sorunları benzer tartışmaları gündeme getirdi. Brezilya ve Güney Kore gibi ülkelerin 1960’lar ve 1970’lerdeki deneyimleri ise ithal ikamecilikten vazgeçmeden ihracatı özendirici politikaların izlenebileceğini gösterdi. Ama hem uluslararası alanda rekabet edebilir sanayilere, hem de “derinlik” kazapmış bir sanayi yapısına çok uluslu şirketlerle işbirliği içinde ulaşan bu örneklere karşın, çok sayıda az gelişmiş ülke ithal ikameciliğin “kolay” aşamasından “ileri” aşamasına geçişi gerçekleştiremedi.
1980’lerde birçok az gelişmiş ülkenin ortak sorunu olarak beliren dış borç bunalımı, ithal ikameciliğin bu kez yeni boyutlarla gündeme gelmesine yol açtı. Dış borç ödemelerini gerçekleştirebilmek için ihracatlarını artırıp, ithalatlarını kısmaya zorlanan Brezilya, Meksika gibi borç yükü ağır ülkeler ileri teknoloji gerektiren bilgisayar vb alanlarda ithal ikameci sanayiler kurmaya yöneldi. Öte yandan Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar da tanm ürünleri açısından kendine yeterli olmayan ve kuraklık vb nedenlerle artan tarım ürünleri ithalatı gereksinimini dış borç yükü nedeniyle karşılayamaz duruma gelen çok sayıda Afrika ülkesine, tarımda ithal ikamesi yapmalarını önerdi.
Birçok az gelişmiş ülkede benzer mallar üreten, küçük ölçekli, girdi ve teknoloji bakımından dışa bağımlı sanayiler oluştu. Bu yapılanma sonucunda az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret artarken azgelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki ticaret çok sınırlı kaldı.
Teşekürler açık bir şekilde anlatmışsınız,anladım☺