Doğum Kontrol Yöntemlerinin Tarihçesi

Doğum Kontrol Yöntemlerinin Tarihçesi Hakkında Bilgi

Doğum kontrol yöntemlerinden söz eden en eski belge, İÖ 1550’den kalma bir Mısır yazmasıdır. Ebers Papirüsü adıyla bilinen bu tıp metinleri derlemesinde, gebelikten korunmak için çeşitli yöntemler önerilir. İS 1. yüzyılda özellikle Yaşlı Plinius ile Pedanios Dıoskorides’ in ele aldıkları bu konuyu 2. yüzyılda Ephesos’lu Soranos, Ebelik ve Kadın Hastalıkları Üzerine adlı yapıtında çok daha ayrıntılı biçimde incelemiştir. Daha sonraki dönemde, özellikle Ebubekir Razi, Ali bin Abbas elMecusi ve İbn Sina gibi İslam bilginleri de bu konuya değinmişlerdir. Bu eski kaynaklarda, cinsel birleşmeden sonra döl yolunun yıkanması ya da spermaların döl yatağına girişini engellemek üzere bal, şap, laktik asit kullanılması gibi mantıklı ama pek etkili olmayan yöntemlerin yanı sıra, birleşmeden sonra kadının yedi kez ters takla atması gibi yararsız ve gizemciliğe dayalı yöntemler de önerilmiştir.

1900’e gelindiğinde, doğum kontrol hapları dışında, bugün kullanılan yöntemlerin hepsi bulunmuştu. Bunlardan ilki, İtalyan anatomi bilgini Gabriel Fallopius’un 1564’te yayımlanmış bir yapıtında tanıttığı kaput ya da prezervatiftir. İlk prezervatifler hayvan bağırsaklarından yapılıyor ve gebeliği önlemekten çok, cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmak için kullanılıyordu. 19. yüzyılın ikinci yansında lastikten yapılmış prezervatiflerin üretilmesiyle bu araç halkın en benimsediği korunma yöntemi oldu. Döl yoluna diyafram ve lastik başlık gibi araçların yerleştirilmesinden ilk kez 1823’te Alman hekim F. A. Wilde söz etmiştir. Döl yatağı boynuna yerleştirilen gebeliği önleyici araçların başlangıcı da, kayıtlara göre 1868’dir. Erkeklerin ve kadınların kısırlaştırılması ilk kez 19. yüzyılda uygulanmış, aynı yüzyılın sonlarına doğru gebeliği kürtaj ve vakumla zamanından önce sona erdirme yöntemleri gündeme gelmiştir. Bu yöntemlerin yararları ve zararları tartışılırken, hekimlerin çoğu, yumurtlamanın âdet kanamasından 14 gün önce gerçekleştiğine dikkati çekerek bugün de uygulanan takvim ya da ritim yöntemini önermişlerdir. Doğum kontrolünün toplumsal ve siyasal yönleri. Toplum bilimlerinde doğum kontrolünün ilk savunucularından biri, insan nüfusunun besin kaynaklarından çok daha hızlı arttığını vurgulayarak geç evlenme ve cinsel perhiz gibi doğum kontrol yöntemleri öneren (1798) Thomas Malthus’tur. 19. yüzyılda başlarında Jeremy Bentham, Francis Place, John Stuart Mili ve Robert Dake Ovven gibi düşünür ve yazarların desteklediği bu görüş, ekonomik nedenlerle kendi aileleri içinde de aynı sıkıntıyı duyan orta sınıf halkın ilgisini çekmekte gecikmedi. Malthus’un İngiltere’de başlattığı bu hareket kısa sürede Fransa, Almanya ve Hollanda’ya sıçrayarak, 1882’de Dr. Âletta Jacobs’ ın öncülüğüyle Hollanda’da dünyanın ilk aile planlama servisi kuruldu. Bununla birlikte, doğum kontrolünü kadın haklarının bir parçası gibi görerek, bu konuyu önce kendi ülkelerinde, sonra dünya çapında örgütledikleri toplumsal bir harekete dönüştüren iki kadın ABD’li Margaret Sanger ile İngiliz Marie Stopes’tur. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde doğan bu harekette, ebelikten yetişen Sanger’ın çıkış noktası yoksulluğu ve aşırı nüfus artışının insanlar üzerindeki ekonomik baskılarını önlemekti; oysa, üniversitede botanik öğrenimi görmüş, orta halli bir ailenin kızı olan Stopes, kadınları çok çocuk doğurmanın getireceği fiziksel ve ruhsal yıpranmadan kurtarmayı amaçlıyordu.

Dünya nüfusu Malthus’un zamanında 1 milyarı, Sanger ve Stopes ilk doğum kontrol kliniklerini açtıklarında da henüz 2 milyarı aşmamıştı. II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda, bir yandan tıp bilimlerindeki ilerlemeye bağlı olarak ölüm oranı hızla düşerken, bir yandan da yeniden kurulan barış ve refah ortamının etkisiyle doğum oranındaki artış büyük bir nüfus patlamasıyla sonuçlandı; 1960’ta dünya nüfusu 3 milyarı aşmış ve buna her 15 yılda 1 milyarlık bir artış eklenmeye başlamıştı. Üstelik en hızlı nüfus artışı, kişi başına iktisadi üretimin en düşük olduğu ülkelerde gerçekleşiyordu. Örneğin Hindistan’da her gün en az 35 bin bebek doğarken, ülkenin genel yaşam standartlarını aynı düzeyde tutmak giderek olanaksızlaşıyordu.

Bu nedenle doğum kontrolü, bir yandan istedikleri kadar ve istedikleri zaman çocuk yapma kararını ailelere bırakırken, bir yandan da devlet eliyle yürütülen nüfus planlamasının temel öğesi olmuştur. Nitekim birçok ülkede doğum kontrol yöntemleri, aile planlaması adı altında ve sağlık hizmetlerinin bir parçası olarak kamu kurumlarınca yürütülmekte ve doğum kontrolü uygulayan ailelerin sayısı Üçüncü Dünya ülkelerinde hızla artmaktadır. Örneğin doğum kontrolü uygulayan evli çiftlerin sayısı 1970’te Tayland’da yüzde 15, 1976’da Meksika’da yüzde 30 iken, bu oran 1981’de Tayland’da yüzde 60’a, Meksika’da yüzde 40’ın üstüne çıkmıştır.

insanlık tarihi boyunca uygulanan doğum kontrol yöntemleri, üreme etkinliğinin hangi aşamada kısıtlandığına bağlı olarak, doğumdan sonra (bebek öldürme), doğumdan önce (çocuk düşürme ya da aldırma) ve gebelikten önce (korunma) gibi üç grupta toplanabilir. En ilkel doğum kontrol yöntemlerinden biri sayılan bebek öldürme, bazı toplumlarda zayıf ya da sakat doğmuş çocuklardan kurtulmanın tek çaresi olarak görülmüştür. Örneğin Eskimolar’da, yaşam koşullan son derece ağır olduğu için, bir erkeğin besleyemeyeceği kız çocuklarını doğumdan hemen sonra öldürmesi olağan sayılır. Nüfus yoğunluğunun çok fazla olduğu Polinezya’da da bu çare geçerlidir. Ayrıca, hukuk ve ahlak kurallarınca yasaklanmış cinsel ilişkilerden (örn. ensest, evlilik dışı gebelik) doğan ya da doğuştan sakat ve anormal olan çocukları öldürmek ya da ölüme bırakmak birçok toplumda yakın çağlara değin uygulanmıştır. Çocuk öldürmenin topluma sağlık, talih ve bereket getireceği inancı bazı ileri toplumlarda bile yaygındı. Örneğin eski Yunanistan, Mısır ve Roma’da özellikle ilk çocukların tanrılara kurban edilmesi geleneği yerleşmişti; Hindistan’ın birçok yöresinde bu gelenek 19. yüzyıla değin sürdürülmüştür.

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.