Desolate İle İlgili Cümleler İngilizce Cümle İçinde Kullanımı
Desolate İle İlgili Cümleler
Desolate kelimesi, “ıssız, tenha, ürkütücü” anlamlarına gelir. İşte desolate kelimesinin kullanıldığı 20 örnek cümle:
- The desolate road stretched out for miles. (İssız yol mil boyunca uzanıyordu.)
- The abandoned town looked desolate and eerie. (Terk edilmiş kasaba ürkütücü ve ıssız görünüyordu.)
- The desolate beach was littered with debris. (Tenha plaj çöp doluydu.)
- The desolate landscape was breathtakingly beautiful. (Issız manzara nefes kesici güzellikteydi.)
- The once-thriving city now lay desolate and empty. (Bir zamanlar canlı olan şehir şimdi ıssız ve boş kalmıştı.)
- The desolate wilderness was filled with danger. (Tenha vahşi doğa tehlike doluydu.)
- The desolate house was falling apart. (Irkütücü ev yıkılmaya yüz tutmuştu.)
- The desolate atmosphere made her feel uneasy. (Issız atmosfer onu huzursuz hissettirdi.)
- The desolate wasteland was home to very few creatures. (Issız çöllerde çok az yaratık yaşıyordu.)
- The desolate graveyard was overgrown with weeds. (Irkütücü mezarlık yabani otlarla kaplanmıştı.)
- The desolate silence was broken by a distant howl. (Issız sessizlik uzak bir ulumayla bozuldu.)
- The desolate cabin was the perfect place to get away from it all. (Tenha kabin her şeyden uzaklaşmak için mükemmel bir yerdi.)
- The desolate island was only accessible by boat. (Issız ada sadece tekneyle ulaşılabilirdi.)
- The desolate moor was shrouded in mist. (Issız kara sislerle örtülüydü.)
- The desolate ruin had been abandoned for centuries. (Issız kalıntılar yüzyıllardır terk edilmişti.)
- The desolate landscape stretched out before us as far as the eye could see. (Gözün görebildiği kadarıyla ıssız manzara önümüzde uzanıyordu.)
- The desolate town had a haunting beauty. (Issız kasaba ürkütücü bir güzelliğe sahipti.)
- The desolate plain was devoid of life. (Issız ova hayattan yoksundu.)
- The desolate canyon was a formidable obstacle. (Issız kanyon ciddi bir engeldi.)
- The desolate warehouse was filled with dust and cobwebs. (Issız depo toz ve örümcek ağıyla doluydu.)
- The desolate look on her face told me everything I needed to know. (Yüzündeki üzüntü dolu ifade bana bilmen gereken her şeyi anlattı.)
- The desolate road was not safe to travel on at night. (Issız yol gece seyahat etmek için güvenli değildi.)
- The desolate outpost was the only sign of civilization for miles. (Issız karakol mil boyunca tek medeniyet işaretiydi.)
- The desolate village had been abandoned by its inhabitants. (Issız köy sakinleri tarafından terk edilmişti.)
- The desolate feeling inside him was overwhelming. (İçindeki ıssızlık hissi ağır bastı.)
- The desolate forest was home to dangerous animals. (Issız orman tehlikeli hayvanların eviydi.)
- The desolate house was rumored to be haunted. (Irkütücü evin hayaletli olduğu söylentileri vardı.)
- The desolate prairie stretched out as far as the eye could see. (Gözün görebildiği kadarıyla ıssız çayır uzanıyordu.)
- The desolate city streets were eerie at night. (Geceleyin ürkütücü olan şehir sokakları boştu.)
- The desolate feeling of being alone consumed him. (Yalnızlık hissi onu yutuyordu.)
Hemen Yorum Yaz