Bayrak Tarihçesi (Türklerde ve Dünyada Bayrak)

Bayrakların Tarihi Hakkında Bilgi, Bayrak Tarihçesi

Bayrak büyük bir olasılıkla Hintli­lerin ya da Çinlilerin buluşudur. Çin’deki Çu hanedanının kurucusunun (İÖ y. 1122) önünde beyaz bir bayrak taşıdığı söylenir; ayrıca İS 660’ta düşük rütbeli bir soylunun, üstünün karşısında bayrağını indirmediği için cezalandırıldığı da bilinmektedir. Çinli­lerin bayraklarında kırmızı kuş, beyaz kap­lan ya da mavi ejderha gibi armalar vardı. Bu bayrakları arabalarda taşırlar, ele geçir­dikleri kentlerin surlarına dikerlerdi. Hü­kümdarda bulunduğu kabul edilen bütün özellikleri bayrağı da taşır ve onunla özdeşleştirilerek benzer biçimde saygı görürdü. Bu yüzden bayraktara dokunmak bile suç­tu. Bayrağın düşmesi, yenilgi anlamına gelirdi. Hükümdar, pek ender olarak bay­rakla birlikte görünür, genellikle bayrağı komutanlarından birine emanet ederdi. Eski Hindistan’da da aynı ölçüde önem verilen bayraklar, arabalar ve fillerle taşınır­dı. Bayrak, savaşta saldırının ilk hedefiydi ve düşmesi, yenilgi değilse de kargaşa anlamına gelirdi. Hint bayraktan çoğunluk­la üçgen biçimli, kırmızı ya da yeşil renkliy­di; üstlerinde altın iplikle işlenmiş bir örnek ve gene altından püsküller bulunurdu. Eski Mısır ve Asur’da direğin tepesine takılan alemin yerini Hindistan ve Çin’de aynı yere bağlanan flamaların aldığı düşünülebi­lir. Hintlilerin kullandığı bazı gönderlerin tepesinde bayrağın üstündekine benzeyen bir figürün yer alması bu olasılığı güçlendi­rir. Ama Babürlü hükümdarlarının alamet­leri arasında bayrağın yanı sıra, başta yak kuyruğu ve devletin simgesi şemsiye olmak üzere, başka şeyler de vardı. Bayrakların, Çin’de olduğu gibi Hindistan’da da işaret­leşme amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır ve daha İS 1542’de beyaz bayrağın ateşkes işareti olarak kullanıldığı kaydedilmiştir. Bayrak Hintliler ve Çinlilerden Birmanya, Siyam ve Güneydoğu Asya’ya yayılmıştır. Beyaz, san ya da siyah ipekten zemin üstüne altınla işlenmiş armalan (örn. fil, boğa ya da sutavuğu) olan bayraklardan söz edilir. Savaşı konu alan bir Siyam yazısında savaş yürüyüşüne bayrak açılarak başlandığı belirtilir.

Bayrak Avrupa’ya büyük bir olasılıkla Müslüman Araplar tarafından getirilmiştir. Ama İslam dininin putperestlikle ilintili görülen her türlü imgeyi yasaklamış olması, bayrakların tasarımını da etkilemiştir. İslam tarihinin ilk dönemlerinde bayraklardan sık sık söz edilir; bunlar Hint bayraklarından alınmış olabilir. Ama İslamda bayraklar büyük ölçüde basitleştirilmiştir ve düz siyah, beyaz ya da kırmızı oldukları görülür. Siya­hın, Hz. Muhammed’in sancağının rengi olduğu sanılmaktadır. Emeviler beyaz bay­rak kullanmış, Abbasiler İS 746’da (H. 129) bunun karşıtı olan siyahı, Hariciler ise kırmızıyı seçmişlerdir. Fatımilerin rengi olan yeşil de sonunda İslamın rengi haline gelmiştir.

Eski Türkler bayraklarında siyah, sarı, kırmızı ve bayaz renkler kullanırlardı. Ün kazanmış kahramanlar mızrak ucuna yaban öküzü ya da at kılından yapılmış, yak denen bir simge takarlardı. Türklerde hükümdar­ların yanı sıra valilerin, beylerin, kaptanla­rın ve komutanların da bayrakları vardı. İslamı benimsemelerinden sonra Türkler eski geleneklerini korumakla birlikte Abbasilerin ve Bizans’ın etkisinde kaldılar. Yak­laşık 1250’de hilal işaretini benimseyerek, Asurların İÖ 9. yüzyılda kullandıkları ve büyük bir olasılıkla daha da eskiye dayanan bu kutsal simgeye döndüler. O tarihten sonra hilal, kimi zaman yanında bir ya da daha çok yıldızla birlikte İslamın resmî simgesi durumuna geldi.

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye Anadolu Selçuklu sultanının gönderdi­ği bayrak beyazdı (Ak Alem) ve bu I. Sü­leyman’a (Kanuni) değin padişah bayrağı olarak kaldı. Donanma bayrağı genelde kırmızıydı ve üstünde iki ya da üç hilal vardı. Orduda ise beyaz bayrak kullanılırdı. 1529’a değin dört adet olan saltanat sancağı­nı, bu tarihte I. Süleyman yediye çıkardı. Ordudaki beyaz, san, alaca ve kırmızı bayraklara yeşil ve siyah da eklendi. Aynca eyalet ve sancakların da kendilerine özgü bayrakları vardı. III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde bayraklara belirli ölçüler geti­rildi. Kırmızı zemin üstüne hilal ve sekiz köşeli bir yıldızlı bayrak 19. yüzyılda Os­manlı Devleti’nin resmî bayrağı oldu. Abdülmecid döneminde (1839-61) sekiz köşeli yıldız beş köşeliye dönüştürüldü.

Saltanat (1 Kasım 1922) ve halifelikle (3 Mart 1924) birlikte saltanat ve hilafet bayrakları da kaldırılınca yalnızca resmî bayrak kaldı. 29 Mayıs 1936 tarihli ve 2994 sayılı Türk Bayrağı Kanunu ve 5 Haziran 1937 tarihli ve 2/7175 sayılı Türk Bayrağı Nizam­namesi ile Türk bayrağının biçim ve boyutları, kullanım kuralları belirlendi. 22 Eylül 1983’te de 2893 sayılı yasayla kullanım kurallarına ilişkin hükümler yeniden düzen­lendi.

Avrupa’da ilk ulusal bayraklar ortaçağ ve Rönesans’ta kabul edildi. Zamanın önderle­rinden çoğu koruyucu azizlerin bayraklarını ülkelerinin simgesi olarak benimsediler. Örneğin 13. yüzyılda İngiltere’de Aziz George’un haçı bayrak olarak kabul edildi. Ortaçağın sonlarına doğru bayraklar ulusların, kralların, örgütlerin, kentlerin ve loncaların herkesçe kabul edilen simgeleri haline geldi. Loncaların bayraklarında anlamı çok açık olan armalar kullanıldı; örneğin üstün­de üç tane beyaz mum bulunan siyah bayrak, Fransa’daki Bayeux mum üreticile­rini temsil ediyordu.

Bayrakların Şekilleri ve Anlamları : Avrupa’da biçim ve kullanım amaçlarına göre bayrak, sancak, gidon, filandra, fors ve flama gibi sınıflar oluşmuştu. Ayrıca kişileri, aileleri ya da belli bir yöreyi temsil eden ve genellikle daha karmaşık, farklı armaları olanlar da vardı. Bunlardan, belli bir yerde sabit durması amacıyla yapıldığı için, boyutları en büyük olanı bayraktı. Bayrak savaştan önce, kuşatma sırasında, bir tören boyunca ya da yarışmada kişinin konumunu belirtir­di. Hükümdar için kullanıldığında ise, onun o anda bulunduğu yeri (saray, şato, selam­lama noktası, çadır ya da gemi) gösterirdi. Bayraklar önceleri yüksek soylular tarafın­dan da kullanılır ve onların alametlerini taşırdı. Bunlar başlangıçta uzundu ve uca doğru incelerek, çatalı andırır biçimde iki noktada son bulurdu. Sancaklar ise kare ya da dikdörtgen biçimliydi ve bayrakların tersine, savaş sırasında (sancaktar şövalye rütbesine kadar olmak üzere) kraliyet aile­sinden savaşçıların ve soyluların önünde taşınırdı. Bumarda da kişiye ya da aileye ait armalar vardı. Gidon ise (Fransızca guydhomme: “insani yol gösteren”) bayrağa benzemekle birlikte, yuvarlak bir uçla ya da her ikisi de yuvarlak olan, kırlangıç kuyruğu gibi iki uçla sona ererdi. Savaşta, rütbesi şövalyenin üstünde olmayan, dolayısıyla sancak taşıma hakkı bulunmayan önderler bunu kullanırdı. (Bu yüzden İngiliz ordusunda gidon, ağır süvari alaylarınca taşınır oldu. Hükümdarların muhafız alayı ve ağır süvari muhafızlarının bayrakları vardı; mız­raklı ve hafif süvariler ise hiçbir bayrak taşımazdı.) Küçük, üçgen biçimli bir bayrak olan forsu, şövalyeler mızraklarına takar­lardı. Fors aynı zamanda düşmana korku vermek ve rütbe belirtmek için de kullanılırdı. Bugün flama olarak adlandırılan filan­dra, uzunluğu 18-55 m, genişliği uçkurlukta yaklaşık 7 m olan, uca doğru incelerek iki noktada son bulan, uzun bir bayraktı. Biçimi nedeniyle hemen hemen yalnızca denizde kullanılırdı. 15. yüzyılda, gemilerde çanaklıktan yükselen bir direğe asılan filandralar, sonralan seren ya da grandi direğine asılmaya başladı. Sonunda savaş gemilerini ticaret gemilerinden ve daha özelde, görevli bir savaş gemisini rıhtımda demirlemiş olan­lardan ayırma işlevi kazandı. Bugün ingiliz Kraliyet Donanması’nda kullanılan filandra beyazdır; uçkurluğa yakın bölümünde Aziz George’un haçı vardır; üstünde bulunduğu savaş gemisinin göreve çıktığını belirtir ve kaptan kumandayı alır almaz göndere çekilir.

Bayrak, yüzyıllar boyunca pek çok özel işlev kazanmıştır. Eskiden siyah bayrak korsanların simgesiydi. Sarı bayrak bütün dünyada bulaşıcı hastalık işaretidir. Bir gemide sanhumma, kolera ya da benzeri bir bulaşıcı hastalığa yakalanmış insanlar oldu­ğunu belirtmek için sarı bayrak çekilir ve gemi karantinadan çıkana kadar indirilmez. San bayrak, karada karantinaya alınmış yerlere de asılır. Beyaz bayrak ise dünyanın her yerinde ateşkes anlamında kullanılır.

Denizde bayrak indirmek teslim olmak anlamına gelir. Bir ülkenin bayrağı bir başka ülkenin bayrağından yukarı asılmışsa, birinci ülke zafer kazanmış demektir. Bu yüzden barış zamanında iki dost ülkeden birinin, bayrağını öbürünün bayrağından yukarı asması hakaret sayılır. Her ulusun bayrağını kendi gönderine çekmek gerekir. Gemiler de bayrağı hafifçe indirip sonra gene yavaş yavaş direğe çekerek birbirini selamlar. Saygı ifadesi olan bu harekete denizcilikte “mezestre” denir. Askeri tören­lerde, birlikler bir hükümdarın ya da denet­leme subayının önünden geçerken alay bayraklarını indirerek onu selamlarlar. Gönderde yarıya indirilmiş bayrak her yer­de yas ifadesidir. Bir gemi tehlikede olduğu zaman, bayrağını, ulusal alamet başaşağı gelecek biçimde ters çevirerek asar.

Bayraklara duyulan ilgi, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, bayrağın ortaya çıkma ve kullanım amaçlarıyla sınırlı olmaktan çık­mıştır. Siyaset bilimciler, tarihçiler, sosyo­loglar bayrakları, belli zaman ve yerlere özgü kültürleri ifade eden, insan ürünü simgeler olarak kabul ederler. Bayrakların tarihçesi, simgesel niteliği, bir toplumun töreleri içindeki yeri, tasarımı, yapımı ve başka yönlerini bilimsel yöntemlerle incele­yen araştırma dalına sancakbilim (İngilizcede vexillology; Latince vexillum: “sancak”) adı verilir. Bu alandaki çalışmalar pek çok yayının yanı sıra, Uluslararası Sancakbilim Dernekleri Federasyonu ve üyeleri tarafın­dan da desteklenmektedir. Bayrağın tarihi hakkında bilgiler verdik.

2 yorum

  1. merhaba iyi günler araştırma yapıyorum ve araştırmamda kaynak göstermek mecburim oldugu için kaynak bulmakta zorlanıyorum bana hangi kaynakları kullandıgımı söyleyebilirseniz sevinirim iyi günler

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.