Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı Konu Anlatımı ve Ders Notları

BATI ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI

Osmanlı Devleti’nin siyasi, askeri ve ekonomik açıdan Avrupa’nın gerisinde kalması devlet büyüklerini bazı tedbirler almaya zorlamış, bu alanlarda Avrupa’nın nasıl geliştiğinin öğrenilmesi için bazı gençler oraya eğitime gönderilmişti. Avrupa’ya, özellikle Fransa’ya giden gençler oradaki edebiyata hayran kalmış ve dönüşlerinde, gördükleri yenilikleri Türk edebiyatında uygulamaya başlamışlardır.

Değişiklikler önce siyasi alanda görülmüş ve 1839 yılında Gülhane Hatt-ı Hümayunu ilan edilmiştir. Bu fermanın en önemli yönü “insan haklarının korunacağını” garanti altına almasıydı. Bundan sonra değişmeler birbirini izlemiş, özellikle 1860’tan sonra artık geri dönülmez bir yol açılmıştır. Sonuçta belli dönemler halinde günümüze kadar süren yeni bir edebiyat başlamıştır. Bu dönemleri şu şekilde sıralayabiliriz:

A- Tanzimat Dönemi

B- Servet-i Fünun Dönemi

C- Fecr-i Ati Dönemi

D- Milli Edebiyat Dönemi

E- Cumhuriyet Dönemi

A – TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATI

Bu dönem ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayın hayatına atılmasıyla başlar. Bundan önce yayınlanan Takvim-i Vekayi (1831) resmi bir gazeteydi.

Ceride-i Havadis (1840) ise yarı resmi bir gazete sayılırdı. İlk özel gazetenin çıkışıyla Batılı edebiyatı benimseyen sanatçılar bir yayın organına kavuşmuş oldular ve fikirlerini halka daha kolay anlatıp, savundukları görüşlere uygun eserler vermeye başladılar. Bundan sonra meydana gelen değişiklikleri türlere göre inceleyelim.

ŞİİR

Tanzimat edebiyatı sanatçıları her şeyden önce şiirin konusunu ve anlatımını değiştirdiler. Namık Kemal, “Lisan-ı Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazalar” isimli uzun makalesinde şiirin, fikrin gelişmesine ve halkın eğitilmesine olan büyük hizmetinden söz eder. Divan edebiyatının gerçekle ilgisizliğine, yapmacıklığına, boşluğuna şiddetle hücum eden Namık Kemal, edebiyatın yeniden düzenlenmesini ister. Bunun için de her şeyden önce yeni bir anlatım yolu, yeni bir dil bulunmasını gerekli görür. Dilin bir an önce konuşma diline yaklaştırılması gerektiğini savunur. Buna rağmen Tanzimat şiirinin dilinin sade olduğunu söylemek zordur.

Tanzimat şiirinin Divan şiirine bağlı kaldığı unsurlar daha çok biçim alanındadır. Bu dönemde hece veznine olan ilgi biraz artmışsa da aruz eski hakimiyetini sürdürmüş, Divan şiirinin nazım şekilleri aynen kullanılmıştır.

Şiirin konusu değişmiş, aşk, hasret, ayrılık gibi kişisel konular bir yana bırakılmış, eşitlik, özgürlük adalet, hukuk gibi toplumsal konulara önem verilmiştir. Ancak bu, daha çok
I. Tanzimatçılar denen Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi sanatçılarda görülür.
II. Tanzimatçılar denen Recaizade Mahmut Ekrem, Hamit, Sezai’de ise kişisel konular yeniden ele alınmıştır.

TİYATRO

Tanzimat dönemine gelinceye kadar edebiyatımızda Batılı anlamda sahne tiyatrosu görülmez. Ancak halk arasında Karagöz ile Hacivat, ortaoyunu, meddah gibi seyirlik oyunlar vardır.

Karagöz bir kukla oyunudur. Değişik söz oyunlarıyla yanlış anlaşılan sözlerle güldürü unsuru sağlanır. Eğlendirme amacı taşır. Karagöz adlı cahil biriyle Hacivat adlı bilgili geçinen biri arasındaki atışmalarla sürer gider. Klişeşmiş bölümleri vardır. Kuklaları oynatan kişi konuşmaları tek başına yapar.

Ortaoyunu ise şehir meydanlarında ya da kendileri için hazırlanan yerlerde Pişekar, Kavuklu, Zenne gibi sabit tiplerle oynanan güldürü amaçlı seyirlik oyundur. Şive taklitleri üzerine kurulu olan bu oyunda da kalıplaşmış konuşmalar ve bölümler vardır. Oyuncuların yeteneğine göre hazırlıksız, oyunun gelişine göre değişik konuşmalar da görülür.

Meddah tek kişilik bir oyundur. Yüksekçe bir yere çıkan meddah, değişik şivelerle konuşarak anlattığı bir olayla güldürü oluşturur.

Yukarıdaki sözü edilen oyunlar belli bir metne dayanmayan, oyuncuların oyun esnasındaki konuşmalarıyla oluşan oyunlardır. Eğitici bir amaç taşımaz. Tanzimat tiyatrosu ise bir okul sayılmış, halkın eğitilmesinde araç olarak kullanılmıştır. Bunlarda sosyal eğitim ön plandadır. Toplumda görülen aksaklıklara doğrudan doğruya dokunmak veya tarihin ibret verici olaylarını ele alıp onlardan ahlaki sonuçlar çıkarmak amaçlanmıştır.

Tanzimat tiyatrosunda dil ve üslup konuşma diline ve üslubuna çok yaklaşmıştır. Fakat ikinci dönem Tanzimatçılarda bilhassa Hamit’in eserlerinde doğallığını gittikçe kaybetmiş, süslü, yapmacıklı bir hale gelmiştir.

Tanzimat döneminin yayınlanan ilk tiyatro eseri Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı tek perdelik bir komedisidir. Tiyatro alanındaki en eğitici eserler ise Namık Kemal tarafından verilmiştir.

ROMAN ve HİKAYE

Tanzimat döneminin edebiyatımıza kazandırdığı en önemli tür şüphesiz roman ve hikayedir. Bundan önce edebiyatımızda böyle bir tür yoktu. Nesir alanında daha çok tarih, seyahatname gibi türler verilmiş, olay kaynaklı tür olarak mesneviler kullanılmıştır.

Tanzimat, nesir alanında bir çığır açmış, onu şiirden daha etkili bir tür haline getirmiştir. Süsten, özentiden uzak, halkın okuması, bilgilenmesi amacıyla eserler ortaya koyulmuştur.

Türk edebiyatında roman, çevirilerle başlamıştır. Bu alanda ilk eser Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon adlı Fransız yazardan çevirdiği Telemak adlı romandır. Birçok teknik kusurlarla dolu olan bu eserin, kahramanlarının yabancı olması, olayların yabancı bir ülkede geçmesi yüzünden halka yabancı olmasına rağmen büyük ilgi gördüğü söylenebilir. Bu ilgiyi, çevirinin büyük bir devlet adamı tarafından yapılmasına bağlayabiliriz.

Konusuyla, kahramanlarıyla ilk Türk romanı ise Şemseddin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı bir aşk romanıdır. Bu da birçok kusurla dolu basit bir eserdir.

Edebi sayılabilecek ilk romanı ise Namık Kemal vermiş, İntibah adlı romanıyla roman türüne asıl kimliğini kazandırmıştır. Ancak bu romanın Batılı roman ölçülerinde olduğunu söylemek de pek doğru olmaz.

Hikaye alanında ise yine ilk eserlerin Tanzimatla verildiğini söyleyebiliriz. Gerçi hikayecilik halk arasında oldukça yaygındı. Özellikle Dede Korkut Hikayeleri ile başlayan gerçeğe yakın olaylar, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi halk hikayeleriyle gelişmiştir. Bunlar kişinin ve toplumun gerçek hayatına oldukça bağlıdır. Dil ve üslup bakımından da, seslendikleri topluluğun konuşma diline ve üslubuna çok yakındır.

Tanzimat yazarları karşılarında; bu hikayeleri okuyan ve seven geniş bir halk topluluğu buldu. Özellikle Ahmet Mithat halk hikayeleriyle Batılı hikaye tekniğini birleştirmeye çalıştı. Halk hikayelerini modernleştirmeye çalışan hikayeleriyle halkı okumaya alıştırmaya çalıştı. Letaif-i Rivayat adlı hikaye serisi bu alandaki ilk Batılı eserdir.

Ancak modern anlamda hikayecilik, ikinci Tanzimatçılar döneminde Sami Paşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı eseriyle başlar.

•  •  •

Tanzimat edebiyatında görülen bu türlerden sonra bu dönem sanatçılarını inceleyebiliriz. Tanzimat sanatçıları sanat anlayışlarına göre iki grupta incelenir.

I. DÖNEM TANZİMATÇILAR

Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal’in oluşturduğu bu dönemde, sanat halka ulaşmakta bir araç olarak görülmüş, onun asıl görevinin “faydalı olmak” olduğu savunulmuştur.

Faydalı olmayan sanatın boş bir uğraş olduğu düşüncesiyle güzellik ikinci plana itilmiştir. Tanzimat anlayışı dendiğinde çoğu zaman I. dönem kastedilmektedir. Bu dönem sanatçılarını inceleyelim:

ŞİNASİ

Tanzimat edebiyatının ilk sanatçısı Şinasi’dir. Mustafa Reşit Paşa’nın Batıya gönderdiği ilk öğrencilerdendir. Bir kısım fikirleri edebiyatımıza ilk getiren, kurduğu gazetelerde bu fikirlerini yayarak, yeni edebiyatın temellerini atan odur. Gençliğinde Doğu ilimlerini öğrenmiş, Fransa’da kaldığı yıllarda da Batı edebiyatını tanımıştır. Fransa’dan geldikten sonra edindiği yeni fikirleri yaymak için gazeteciliğe atılmıştır.

Şinasi aslında çok yetenekli bir sanatçı değildir. Onun edebiyatımızdaki önemi, sanatçılığından çok, yeni fikirlerle dolu olması ve bunu etrafındakilere yayarak yeni bir edebiyatın temellerini atmasındandır.

Şiirlerinde halk dilini kullanmaya büyük özen göstermiş, dönemine göre oldukça sade şiirler yazmıştır. Tamamen yeni fikirlerle doldurduğu bu şiirlerinde Divan edebiyatı nazım şekillerini, aruzu kullanmıştır.

Şiir alanındaki ilk eseri Tercüme-i Manzume adını verdiği küçük bir kitaptır. Fransız şiirinden özellikle Racine, La Fontaine ve Fenelon’dan çeviriler yaptığı bu eserle Klasik Fransız şiirini tanıtmayı amaç edinmiştir. Şiirlerinde akıla ve sağduyuya verdiği önemi ifade etmesi “Vahdet-i Zatına aklımca şahadet lazım” dizesi onun Klasisizmden etkilendiğini gösterir.

Şiir alanında ikinci eseri Divan şiiri tarzındaki şiirlerini topladığı Müntehebat-ı Eş’ar adlı kitaptır.  Bu kitapta bulunan “Milletim nev-i beşerdir vatanım ruy-ı zemin” dizesi, şairin ideolojisini de ortaya koyar.

Şinasi’nin tiyatro alanındaki eseri ise Şair Evlenmesi’dir. Batılı tarzda yazılan bu ilk tiyatro eserinde görücü usulüyle evlenmenin eleştirildiği görülür. Eser tek perdelik bir komedidir. Eserde Batı tiyatro tekniğiyle halk tiyatrosunun birleştirildiği görülür.

Şinasi’nin ayrıca Türk atasözlerini derlediği Durub-ı Emsal-i Osmaniye adlı eseri de edebiyatımız açısından önemlidir.

Ziya PAŞA

Başlangıçta Divan edebiyatı kültürüyle yetişen ve o yolda şiirler söyleyen Ziya Paşa önce fikirleri yönüyle Batı’yı benimsedi. Ancak onun bu hareketlere sürekli bir bağlılık gösterdiği söylenemez. En güzel şiirlerini Divan tarzında söyleyen şair, Batılı tarzda pek başarılı değildir. Bu nedenle eskiden ayrılamayan, yeniyi ise tam bir benimseyişle uygulamaya fırsat bulamayan, ikilem içinde kalan bir sanatçı olmuştur.

Ziya Paşa Tanzimat edebiyatının hemen bütün vasıflarını kendi sanatında toplamıştır. Tanzimat edebiyatını meydana getiren dört önemli etki onun şiirinde ve nesrinde görülür: Divan şiiri, mahallileşme cereyanı, aşık tarzı ve Batı etkisi.

Çoğu şiiri hem şekil hem dil bakımından Divan şiiri sayılabilir. Bunun yanında bazı şiirleri halk şiirinin ölçü, şekil ve kafiyeleriyle söylenmiştir.

Ziya Paşa’nın dil ve edebiyat hakkındaki görüşleri birbirini tutmuyordu.

Londra’da Hürriyet Gazetesi’ne yazdığı “Şiir ve İnşa” adlı makalesinde Baki, Necati, Nef’i divanlarında görülen şiirleri Türk şiiri saymayan ve Nedim ve Vasıf’ın şarkıları da dahil Divan edebiyatını kişiliksiz, melez bir edebiyat olmakla suçlayan Ziya Paşa, Halk şairlerini gerçek Türk şairi ve onların şiirlerini de gerçek Türk şiiri saymıştır. Daha sonra yazdığı Harabat adlı antolojide ise Türk şiirinin temelini Ahmet Paşa’nın, Necati’nin, Baki’nin attığını, halk şairlerinin şiirlerinin ise bir eşek anırması gibi olduğunu söyleyecek kadar birbirine ters düşünceleri savunmuştur.

Ziya Paşa Aşık tarzında da Divan tarzında da başarılıdır. Özellikle terkib-i bent ve terci-i bend’leri Divan şairlerinin yazdıklarından daha başarılıdır. Birçok beyiti vecize olacak niteliktedir.

Ziya Paşa nesir alanında da birçok eser vermiştir. Nesir dili başlarda biraz süslü, secili iken zamanla daha sade ve oturaklı olmuştur.

En önemli eseri hiciv tarzında yazdığı Zafername adlı manzumedir. Önce kaside şeklinde yazılan sonra tahmis şekline getirilen ve son olarak nesirle açıklanan bu eser devrin sadrazamı Ali Paşa aleyhine yazılmıştır.

Diğer önemli eser, Ziya Paşa’nın Avrupa’dan döndükten sonra yazdığı Harabat isimli Divan edebiyatı antolojisidir. Üç cilt tutarındaki eserde Arap, İran, Türkiye ve Ortaasya Türkçesi şairlerinden seçilmiş şiirler vardır.

Nesir alanındaki en önemli eserleri ise şüphesiz makaleleridir. Çoğu derlenmeyen bu makalelerde devrin Siyasi manzarası hakkında önemli bilgiler vardır. Ayrıca önceden de söz ettiğimiz Şiir ve İnşa adlı makalesi onun ününü artırmıştır.

Nesir tarzındaki eserlerinden biri Rüya adlı küçük bir eserdir. Edebiyatımızda ilk röportaj sayılabilecek bu eser karşılıklı konuşma tarzında yazılmıştır. Yer yer sade bir dille yazılan eserde yine Sadrazam Ali Paşa’nın kötü idaresinden bahsedilmiş ve görevden alınması gerektiği vurgulanmıştır.

Ziya Paşa’nın diğer nesir eseri Defter-i Amal Mukaddimesi’dir. Jean Jacque Rousseau’nun “İtiraflar” adlı eserinden ilhamla yazıldığı anlaşılan bu eser Batılı anı türünün ilk örneklerindendir.

Namık KEMAL

Batılı Türk edebiyatına kesin bir zafer sağlayan, sanatçı yönü oldukça güçlü şairdir. Kalemini yalnız bir sanat aracı olarak değil, aynı zamanda milli mücadele aracı olarak kullanan şairin amacını şöyle açıklayabiliriz: Türk halkına milli benliğini ve kendi değerlerini tanıtmak; ona hürriyet aşkı vermek ve özellikle ecdat kanıyla yoğrulmuş vatan topraklarını, uğrunda şuurla can verebilir bir seviyede sevdirmek. Bu yönüyle şair haklı olarak Vatan şairi diye şöhret kazanmıştır.

Namık Kemal, eski edebiyata aşırı, hatta çoğu zaman haksız bir şekilde saldırmış yeni edebiyatın yerleşmesine çalışmıştır.

Çocukluğu ve ilk gençliği Divan şairlerinin arasında geçmiş ve bu dönemde güçlü şiirler yazmıştır.

Namık Kemal’de vatan fikri çok güçlüdür. Ona göre vatan, sadece üzerinde doğulan ve yaşanan bir yer değildir. Vatan, kendi çocukları olan insanlar arasında dil birliği, menfaat birliği, fikir ve sevgi kardeşliği yaratan, mukaddes bir topraktır ki her taşı için bir can verilmiştir.

Bütün insanları bir millet, dünyayı da tek vatan sayan Şinasi’ye ilk itiraz böylece Namık Kemal’den gelmiş oldu.

Halka halk diliyle seslenmeyi amaçlayan I. Tanzimatçılar içinde, bunu geniş ölçüde gerçekleştiren Namık Kemal’dir. Özellikle tiyatro eserlerinde konuşma dilini kullanmıştır. Dilin kurallarının belirlenmesi gerektiğini, halkın kullandığı sözcüklerin, kullanıldığı gibi yazıya geçirilmesini, dilin doğal olması ve külfetli sanatlardan sıyrılması gerektiğini savunmuş, bu arzusunun gerçekleşmesi milli edebiyata nasip olmuştur.

Namık Kemal hece ölçüsünü savunmakla beraber bunu şiirlerinde çok az kullanmıştır. Onu övmesi büyük ölçüde Divan şiirini eleştirmek içindi, yoksa Harzemşah piyesinin önsözünde heceye parmak hesabı deyip, onun ahenk sağlamaktan uzak olduğunu açıklamıştır. Kafiyeyi de pek gerekli görmeyen Kemal aksine, şiirlerinde güçlü bir kafiye düzeni kurmuştur.

Divan edebiyatını gerçek dışı suçlamalarla kötülemiş, onu çok renkli bir parça bohçasına benzetmiştir. İdealize edilmiş güzelleri ise gulyabanilere benzetmiştir. Bunları samimi olmaktan çok, sırf kötülemek için söylenmiş sözler olarak görebiliriz.

Namık Kemal’in gerek şekil gerek içerik bakımından eski tarzda şiirleri önemli bir yer tutar. Onun eski şekillerle yeni fikirleri işlediği şiirleri büyük sevgi ve şöhret kazanmıştır. Gazellerinden oluşan Divan’ı o hayatta iken yayınlanmıştır. Asıl vatan şiirleri bu Divan’ın içinde değildir.

Namık Kemal’in nesri şiirinden daha üstündür. Sağlam bir nesir dili, hareketli, bilgili, fikir ve heyecan cümleleri, delilli, mantıklı ve inandırıcı bir üslup, yazılmaktan çok haykırılmak içinmiş gibi seslendirilen dil, nesrinin ayırıcı nitelikleridir.

Onun nesrinde süs, tumturak, seci devam etti. Ancak bu, onun okunmasına engel olmadı.

Nesir alanında en önemli eserleri şüphesiz romanlarıdır. İlk romanı İntibah adını taşır. Eser “Son Pişmanlık” adıyla Magosa’da yazılmış; bu ad sonra değiştirilmiştir.

Bu romanda bir aile konusu ele alınmıştır. Kötü kadınların ihtiras ve entrikalarına kapılarak hem kendilerini hem başkalarını mahveden gençlerin romanıdır bu.

Roman oldukça sade bir dille yazılmıştır. Olayların akışı, kahramanların tek yönlülüğü, iyilerin hep iyi kötülerin hep kötü gösterilmesi yönüyle yazarın Romantizm’in etkisinde olduğu söylenebilir.

Cezmi adlı ikinci romanında ise yazar tarihi bir olayı anlatır. II.Selim zamanında İranlılarla yapılan bir savaşın anlatıldığı romanda, roman kahramanı Cezmi vatansever bir askerdir. Roman onun başından geçen olayları anlatır. Bu esere ilk tarihi roman diyebiliriz. Eserde yine Romantizm’in tesirleri görülür.

Namık Kemal’in bol eser verdiği diğer bir tür, tiyatrodur. “Bir milletin güzel söyleyiş kudreti, edebiyatında; edebiyatın da en canlı ifadesi, tiyatrosunda belli olur.” diyen yazar, bu türe özel bir önem vermiştir.

En önemli tiyatro eseri Vatan Yahut Silistre adlı oyunudur. 4 perdelik olan bu eser Tuna kıyısındaki Silistre kalesini Ruslara karşı bir buçuk ay koruyan ve sonunda Rusları yenen Türk askerlerinden ilhamla yazılmıştır. Oynandığı zaman büyük yankı uyandıran bu eser, yazarın Magosa’ya sürülmesine neden olmuştur.

Diğer tiyatro eserleri istibdat ve zulme karşı çıkışı anlatan Gülnihal, bir aile dramının anlatıldığı Zavallı Çocuk, kötü bir kadının topluma zararlarını anlatan Akif Bey, Harzemşahlar Devleti’nin son hükümdarının hayatını anlatan Celalettin Harzemşah, Hindistan’da bir sarayda geçen bir olayın anlatıldığı Kara Bela adlı eserleridir.

Bunların dışında, gazetelerde yayınlanan birçok eleştiri yazısı, makaleleri, mektupları da vardır yazarın. Özellikle Ziya Paşa’nın Divan şiirini öven Harabat antolojisini eleştirdiği Tahrib-i Harabat ve Takip adlı eleştirileri ünlüdür. Edebiyata ait fikirlerini anlattığı Mukaddime-i Celal adlı önsöz yazısı da önemlidir. Bunların dışında Bahar-ı Daaniş Mukaddimesi, Renan Müdafaanamesi adlı çevirileri de vardır.

II. DÖNEM TANZİMATÇILAR

Halk için sanat, sade dil için sanat, vatan için, hürriyet için sanat amacıyla çalışan birinci tanzimatçılar sanatı memleketin siyasi hayatıyla birleştirme yoluna gitmişlerdi. II. Dönemdekiler ise sanat için sanat anlayışına daha yakın ve daha bağlı bulunuyorlardı. Mümkün olduğunca siyasi ideolojilerden uzak duruyor, hiç olmazsa bu sahada aktif faliyette bulunmuyorlardı. Bunlar Batılı edebiyatın vasıflarına daha uygun eserler veriyorlardı. II. dönemin sanatçıları olan Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan ve Sami Paşazade Sezai’yi ayrıntılarıyla görelim.

Recaizade Mahmut EKREM

Ekrem, yeni ve eski tarz şairliği, tiyatro ve roman yazarlığının yanında, devrinin genç nesillerine edebiyatı öğretmesiyle tanınmış bir Tanzimat yazarıdır.

Onun şiir ve düzyazı eserlerini oluşturan dil, sanat ve söyleyiş unsurlarında Divan şiirinin devamı, halk söyleyişinin akisleri ve bunların üstünde gibi görünen bir Fransız edebiyatı etkisi vardır.

Bir şiir ve edebiyat eleştirmeni olduğu ve edebi bilgiler kitabı yazdığı halde onun şiirlerinde nazım tekniği ortadan yukarıda değildir. Dudaklarda kalacak kudrette güçlü dizeleri sayılıdır. Şiirlerinde ölçü ve kafiye gereği uydurulmuş, doldurma dizeler vardır. Şiirde kulak için kafiye görüşünü ortaya atan ve bu yönüyle şiirde çığır açan Ekrem’de nesir dili daha güçlüdür. Nesirlerinde his ve hayal aleminden gerçek hayat sahnelerine kolayca geçebildiği görülür.

Hemen bütün eserlerinde sanat için sanat görüşünü savunan Ekrem öğrencilerine ve çevresine edebi bilgiler zevki veriyor, edebi eserler üzerinde durma, düşünme yollarını öğretiyor, onları değerlendirme yollarını gösteriyordu.

Recaizade şiir, hikaye, roman, tiyatro, eleştiri, araştırma alanlarında eser vermiştir.

Nağme-i Seher, Yadigar-ı Şebap ve üç ayrı cilt halinde yayınladığı Zemzeme adlı şiir kitapları vardır. Bu kitaplara Muallim Naci Demdeme adlı kitapla karşılık vermiş ve aralarında eski ve yeni edebiyatın özellikleriyle ilgili büyük tartışmalar başlamıştır.

Ekrem’in, ayrıca, ölen oğlu Nijad için yazdığı şiirleri koyduğu, yine onunla ilgili nesir, yazıları da bulunan Pejmürde adlı eseri de önemlidir.

Recaizade’nin nesir türündeki en önemli eseri Araba Sevdası adlı romanıdır. Eserde bilinçsizce Batıyı taklid eden Bihruz Bey’in ne hallere düştüğü anlatılır.

Yer yer realist çizgilerle ve ince bir eleştiriyle, böyle insanlar göz önüne serilir.

Nesir alanındaki bir diğer eseri de Afife Anjelik isimli tiyatrodur. Vuslat yahut Süreksiz Sevinç, Atala diğer tiyatrolarıdır. Bunlar pek başarılı eserler sayılmaz. Bu alandaki en başarılı eseri Çok Bilen Çok Yanılır adlı komedidir.

Recaizade’nin yazdığı en önemli eser Talim-i Edebiyat adlı edebi bilgiler kitabıdır.

Ders kitabı olarak hazırlanan eser yeni edebiyat için önemli bilgiler verir. Yazarın ayrıca Takdir-i Elhan adlı eleştiri eseri de vardır.

Yazar ayrıca birçok Romantik Fransız şairinin şiirlerini Türkçeye çevirmiştir.

Abdülhak Hamit TARHAN

İkinci dönem Tanzimatçılar arasında Batıyı daha iyi anlayan ve çok hızlı değişiklikler yapan kudretli, üretken bir şairdir. Büyükelçilik göreviyle hem Doğu hem Batı ülkelerinde görev yaptığından, eserlerinde bu medeniyetlerin dil, kültür, sanat, inanç unsurlarıyla, sosyal hayatlarını, yan yana getirebilmiştir.

Hamid bazen şiiri tiyatrolaştırmış, bazen tiyatroya hikaye çeşnisi vermiştir. Şekilde ve söyleyişte belli kurallara bağlı kalmak, onun yapmak istediği ama yapamadığı şeylerdendir. Onda ölçü, kafiye hatta dil ve cümle kaygısı genellikle ikinci plana bırakılmıştır. Bu nedenle eserlerinde dil kusurlarına sık sık rastlanır. Şiirde tezata, şaşırtmacaya yer vermiş ve engin bir lirizm oluşturmuştur. Şiirlerinde Romantizm’in tesiri görülür.

Şiirlerinde, işlediği konular açısından da bir uyum görülmez. Bir kısmında doğa güzellikleri, bir kısmında renkli şehir hayatları, bir kısmında vatan, millet, diğerinde ahlak hocalığı görülen şiirlerinde vazgeçmediği tek yön sanatı sanat için yapmaktır.

Hamit tiyatro alanında da oldukça bol eser vermiştir. Ancak bunların çoğu sahnelenmek için değil okunmak içindir. Çoğunun dili ağır, üslubu sanatlıdır. Hatta kahramanlar bazen ruhlar, ölüler ya da hayali varlıklardır. Tiyatrolarının bir kısmını aruzla, bir kısmını heceyle kimisini de nesirle yazmıştır.

Hamid’in ilk tiyatro eseri Mecara-yı Aşk adlı dört perdelik eserdir. Rumeli Türkleri arasında geçen bir olayın anlatıldığı Sabr-u Sebat adlı eserin dili oldukça sadedir. Duhter-i Hindu, Nesteren, Tarık, Eşber, Finten ünlü tiyatrolarıdır.

Hamid’in birçok şiir kitabı da vardır. Kimisinin Batı şekilleriyle söylendiği, kısmen serbest bir biçimde yazıldığı şiirlerinin bulunduğu Belde adlı şiir kitabında, Fransızca sözcüklerin de şiire girdiği görülür. Pastoral şiirin ilk örneklerinin verildiği, serbest biçimdeki şiirlerin bulunduğu kitaba ise Sahra ismini vermiştir şair. Ölen karısının ardından duyduğu üzüntüyü anlattığı Makber adlı şiir kitabı ise şairin adını ebedileştirmiştir. Şekil olarak daha muntazam, ölçülü, kafiyeli şiirlerin bulunduğu bu eser, musiki yönüyle de güçlüdür. Aynı konuyu işleyen ancak Makber kadar başarılı sayılamayacak Ölü, Bunlar Odur, Hacle gibi şiir kitapları da vardır.

Hamid’in mesnevi biçiminde yazdığı, Çamlıca’da yaşanmış bir aşk hikayesini anlattığı Garam adlı kitabı da önemlidir.

Samipaşazade SEZAİ

Tanzimat döneminin Batılı hikaye yazarıdır. Edebiyatın başka türlerinde de eser vermiş olmasına rağmen o, hikaye ve roman yazarı olarak tanınır. Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde Fransız Realizm’ini temsil eden yazarlardandır. Romanında Romantik çizgiler bulunmasına rağmen onun eserlerine Realist anlayışı uyguladığı görülür. Namık Kemal’in Romantik anlayışından Sezai’nin Realist anlayışına geçiş yapan II. dönem Tanzimatçılar, asıl realist olan Servet-i Fünunculara zemin hazırlamışlardır.

Arada bir küçük şiir denemeleri de olmakla beraber, Sezai daha çok nesirler, siyasi, edebi makaleler, küçük ve büyük hikayeler ve hatıralar yazmakla tanınmıştır.

Eserlerini sanat için sanat görünüşüne bağlı olarak yazan sanatçının en önemli eseri Sergüzeşt romanıdır. Romanın konusu, o yıllarda devam etmekte olan beyaz esir ticaretidir. Eserde Kafkaslardan kaçırılıp ona buna satılan genç kızlardan birinin başından geçen olaylar anlatılır.

Sezai’nin diğer önemli eseri Küçük Şeyler adlı hikaye kitabıdır. Eserdeki bazı hikayeler çeviridir.

Küçük Şeyler’den sonraki hikayelerinden başka, nesirlerini topladığı bir diğer eseri de Rumuz’ül Edep adını taşır.

İclal adlı eserinde yine değişik yazıları ve şiirleri bulunur.

Sezai’nin ilk eseri ise Şir adlı bir piyestir. Bu eser, olayın Afganistan’da geçtiği düzyazıyla yazılmış bir trajedidir. Ancak pek başarılı bir eser sayılmaz.

Tanzimat dönemindeki diğer önemli sanatçıları da şu şekilde görebiliriz:

Ahmet Mithat EFENDİ

Tanzimat devrinde, ilmin ve edebiyatın hemen her alanında eser vererek ve bunları halk diliyle yazıp halk seviyesine ve halk zevkine göre düzenleyerek halk için çok faydalı bir edebi hareket yapmayı başarmış ansiklopedist bir yazardır. O yazılarıyla bir halk okulu kurmuş ve bunu hayatı boyunca sürdürmüştür.

Onun eserlerinde derin bir bilgi veya eserlerin kalıcılığını sağlayacak bir sanat üstünlüğünü aramak boşunadır. Yazdıklarının yaşamasını değilse bile Türkiye’de, okuyan bir halk zümresinin oluşmasını sağlayan Mithat Efendi, görevini yerine getirmiştir.

Teknik açıdan kusurlu eserlerin okuyucu bulması, onları yazarken yazarın kullandığı, halka hoş gelen sade bir dilin, halkta merak uyandıracak unsurlarla birleşmiş olmasındandır. Yer yer bir ev dili, mahalle dili ve bu dillere ait halk deyimleri, eserlerine ayrı bir tat verir.

Tarih, coğrafya, felsefe, biyoloji, fizik gibi birçok dilde eser veren yazarın en çok sevdiği tür, hikaye ve romandır. Bu alanda onun 82 eseri vardır.

Letaif-i Rivayat adlı 24 kitaplık bir hikaye dizisi vardır. Bunların kimileri Batı’daki eserlerden adapte edilmiştir. Bu eserlerde abartılı bir Romantizm görülür. Olması mümkün gözükmeyen olayların hikaye edildiği bu eserler sürükleyiciliği yönüyle kendini okutmuştur. En ünlü romanları, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş, Felatun Bey’le Rakım Efendi, Dürdane Hanım v.s. ’dir.

Ahmet Mithat Efendi bazı tiyatro denemeleri de yapmışsa da bu alanda pek başarılı olamamıştır.

Nabizade NAZIM

Tanzimat edebiyatının Servet-i Fünun’a döneceği dönemde yetişen ve arada bir yeni anlayışla şiirler de söyleyen Nabizade Nazım, bu geçiş dönemi yazarları içinde realist hikaye yazmaya özen gösteren bir romancıdır.

Edebiyatımızda ilk köy ve köylü gerçeklerini anlatan Karabibik adlı eseri vardır. Romandan çok uzun hikaye özelliği gösteren bu eserin diğer bir önemi, yazarın, hikayenin önsözünde de belirttiği gibi Emile Zola, Alphonse Daudet gibi yazmaya özenmesidir. Ayrıca yazar köylüleri, seçtiği çevrenin diliyle konuşturmuştur.

Yazarın ikinci önemli eseri Zehra adlı romanıdır. Romanda psikolojik tahlillere özellikle yer verildiği görülür.

Ahmet Vefik PAŞA

Türk tiyatrosunun oluşmasında çok büyük katkıları olan yazar, özellikle Moliere’den yaptığı çevirilerle tanınır. Çevirilerinde halk diline, yerli ağızlara yer vermiş ve sahnelenen eserlerin halk tarafından sevilmesini sağlamıştır.

Yazarın en önemli hizmetlerinden biri de Bursa’da kendi adıyla tiyatro açarak, tiyatroyu Anadolu’ya yaymasıdır.

Moliere’den on altı eser çeviren yazarın Zor Nikah, Zoraki Tabip adlı çevirileri çok sevilmiştir.

Şemseddin SAMİ

Tanzimat edebiyatının dil alanında önemli eserler veren sanatçısıdır. Özellikle Fransızcadan Türkçeye, Türkçeden Fransızcaya çevirdiği önemli sözlükleri vardır.

Birçok dili çok rahat konuşan yazarın dilimize kazandırdığı en önemli eseri ise Kamus-ı Türki adlı sözlüktür.

Türk dilinin sadeleşmesi yolunda önemli gayretleri olan yazarın, dilin nasıl sadeleştirilebileceği hakkındaki fikirleri kendinden sonrakilerce örnek alınmıştır.

Avrupalı Türkologların çalışmalarıyla yakından ilgilenen yazar Orhun Abideleri’ni ve Kutadgu Bilig’i Türkiye Türkçesine ilk çeviren kişi olmuştur.

Bunların dışında teknik olarak çok da başarılı sayılmayan ilk Türk romanı onun, Taaşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı eseridir. Yazarın ayrıca tiyatro alanında da eserleri vardır.

Şimdi Tanzimat edebiyatının genel özelliklerini maddeler halinde belirleyelim.

  1. O güne dek şiire girmeyen eşitlik, özgürlük adalet fikirleri, şiirin temel konusu olmuştur.
  2. Şiirde biçim değişikliğine pek gidilmemiş, aruz ölçüsü, nazım şekilleri, beyit nazım birimi kullanılmıştır. Ancak II. dönem Tanzimatçılarda az da olsa değişmeler vardır.
  3. Dilde sadeleşme istenmiş ancak yeterince başarılamamıştır.
  4. O güne dek edebiyatımızda görülmeyen, roman, hikaye, makale gibi nesir türleri kullanılmıştır.
  5. I. dönemde toplum için sanat; II. dönemde sanat için sanat görüşü hakimdir.
  6. I. dönemdekiler daha çok Romantizm’in, II. dönemdekiler Realizm’in tesiri altındadır.
  7. Tiyatro türü özel bir önem kazanmış, tiyatro bir eğitim yuvası olarak görülmüştür.
  8. Tanzimatçıların çoğu devlet adamıdır. Bu yüzden siyasetle sürekli iç içe bulunmuşlardır. Bu da onların edebi özelliklerini etkilemiştir.
  9. Batı edebiyatına, özellikle Fransız edebiyatına büyük ilgi gösterilmiş, birçok Fransızca eser Türkçeye çevrilmiştir.

B – SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI

Bu edebiyat Recaizade Mahmut Ekrem’in yol göstermesiyle, Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan gençler tarafından yürütülen bir harekettir. 1895 yılında Tevfik Fikret’in bu derginin yazı işleri müdürlüğüne getirilmesiyle başlar.

Bir diğer adı da Edebiyat-ı Cedide olan bu dönemin ana karakteri çağdaş Fransız edebiyatına benzer eserler vermektir. Örnek edindikleri Fransız sanatkarları ise Realist ve Naturalistlerdir. Aynı grubun şiirde yaptığı yenilikler Parnas ve Sembolist şairlerden izler taşır.

Servet-i Fünuncular kendilerinden öncekileri Avrupa’yı yeterince takip etmemekle, ilkel ve yetersiz olmakla suçlamışlardır. Divan edebiyatını çoğu kez bilmedikleri için, küçük görüyorlardı.

Servet-i Fünuncuların diğer önemli özellikleri ise çok az bir topluluğa seslenebilmeleridir. Gerek dil anlayışları, gerekse sanata bakışları onların bir salon edebiyatı oluşturmalarına neden olmuştur.

Bu dönemdeki edebiyat türlerini şu şekilde inceleyebiliriz:

ŞİİR

Bu dönemin şiir anlayışı Tanzimatçılardan bir hayli farklıdır. Özellikle Parnasizmin etkisiyle şiirde biçim mükemmelliğine büyük değer vermişler, sanat için sanat görüşüyle, şiiri ideolojik bir anlatım yolu olmaktan çıkarmışlardır. İlk kez, Batıdan alınan sone, terzarima gibi nazım biçimlerini kullanmışlardır.

Aruzu şiirin vazgeçilmez bir ahenk unsuru olarak görmüşler, çoğu kez bu vezni Divan şairlerinden daha iyi kullanmışlar, onu Türkçeye kolaylıkla uygulamışlardır.

Aruzu bir musiki kaynağı olarak gören Servet-i Fünuncular, özellikle serbest müstezat nazım şeklini geliştirmişlerdir.

Şiirde kişisel konuların yanında doğa betimlemelerine büyük yer verilmiş, sosyal konulardan uzak durulmuştur.

ROMAN VE HİKAYE

Servet-i Fünun’un en başarılı olduğu türlerden biri romandır. Batılı romanın kötü bir taklidi olan Tanzimat romanı, bu dönemin romanları yanında sönük kalır.

Realizmin etkisi altındaki Servet-i Fünun romanında konular hep İstanbul’da geçer. Bunda, sanatçıların yaşadıkları çevreyi esere yansıtmasının yani eserlerini belli gözlemler sonucunda yazmalarının büyük etkisi vardır. Ancak eserde yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmaları, eserlerin geniş halk topluluklarınca okunmasına engel olmuştur.

Hikaye alanında da önemli eserler verilmiştir. Anadolu’nun değişik yörelerinin de konu olduğu bu hikayelerde dil daha sadedir.

TİYATRO

Servet-i Fünuncuların hemen hiç başarılı bir eser vermedikleri tür tiyatrodur. Gerek dil anlayışları, gerek istedikleri sanatın icra edilebileceği bir tiyatro göremeyişleri onları bu dalda eser vermekten uzak tutmuştur.

• • •

Servet-i Fünunda gelişmiş bir diğer tür ise eleştiridir. Özellikle Hüseyin Cahit siyasi yazılarıyla şimşekleri üzerine çekmiş hatta Fransızcadan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesiyle Servet-i Fünun dergisinin kapanmasına ve Servet-i Fünun edebiyatının bitmesine neden olmuştur.

Şimdi Servet-i Fünun sanatçılarını görelim.

Tevfik FİKRET

Servet-i Fünun döneminin en güçlü şairidir. Parnasizmin etkisiyle yazdığı şiirlerinde kusursuz bir biçim görülür. Şiirlerinde ölçü, şekil, kafiye gibi ses unsurlarıyla oluşturulmuş bir musıki sezilir. İşlediği konuyu sözcüklerinin sesiyle hissettirir gibi yazar. Aruza öylesine hakimdir ki konuşur gibi yazdığı şiirlerinde kusursuz bir ölçü görülür. Şiiri düzyazıya yaklaştırmış, birkaç dize süren cümlelerden oluşan şiirler yazmıştır.

Servet-i Funun döneminde yazdığı şiirleri kişisel ve sanatlıdır. Bu dönemden sonraki şiirlerinde ise aşırı toplumcu bir şiir anlayışına dönmüştür.

Rübab-ı Şikeste adlı şiir kitabındaki şiirler Servet-i Fünun dergisindeyken yazdığı sanat için sanat görüşlü şiirlerdir. Önceki şiirlerinde Recaizade’nin, Abdülhak Hamit’in tesiri sezilen Fikret’in zamanla kendi üslubunu oluşturduğu görülür.

Haluk’un Defteri adlı kitabında ise oğlu Haluk’un kişiliğinde, istediği neslin özelliklerini, onlara verdiği öğütleri anlatmıştır. Buradaki şiirler sanat için sanat prensibinden toplum için sanata doğru yol aldığını gösterir.

Şiirleri sosyal de olsa Fikret, biçimdeki özeni, mükemmelliği kaybetmemiştir.

Rübabın Cevabı adlı şiir kitabı Fikret’in toplumcu ve vatancı şairliğinin olgun ve güçlü bir örneğidir. Vatanın kötü yöneticiler elinden çektiği sıkıntıları eleştirici bir üslupla anlattığı bu şiirlerde şairin bu durum karşısında umudunu yitirmediği görülür.

Şairin hayatının sonlarında yazdığı Şermin adlı şiir kitabı ise, hece ölçüsüyle söylenen şiirlerden oluşur. Bu şiirler çocuklar için söylenmiştir.

Cenap ŞEHABETTİN

Dönemin diğer büyük şairidir. Aslında doktor olan ve Fransa’ya da tıp ihtisası için giden şair, orada Fransız edebiyatıyla yakından ilgilenmiştir.

Şiirlerinde hem Parnasizmin hem Sembolizmin etkisi görülür. Sembolizmin musikisi, sözcüklerin ahengine verdiği değer onda da görülür. Parnasizmin ise doğa betimlemeleri, sözcüklerle tablo çizme sanatı yine onun şiirlerinde hissedilir. Elhan-ı Şita adlı, kış manzaralarını anlattığı şiirinde sözcükler okuyucuda karın yağışını hissettirir.

Serbest müstezat tarzını ilk ve en iyi kullanan Cenap’tır. Bazen de sone şeklinde yazdığı şiirlerinde çok cesur mecazlarıyla, eski dil kurallarını, söyleyiş mantığını hiçe sayan, tamamıyla Batılı bir söyleyişle yazmasıyla şiddetli eleştirilere uğramıştır.

En sıradan konuları şiir haline getirmek için, Servet-i Fünun diline yeni sözcükler katmış, Arap ve Fars sözlüklerinden yeni sözcükler seçmiş, ayrıca Fransızca sözcükleri de şiirlerinde kullanmıştır. Şiirlerinde geçen “saat-i semenfam”(yasemin renkli saatler) benzetmesi döneminde birçok tartışmalara neden olmuştur.

Şiirde güzellikten başka gaye aramadığını, güzel sanatlarda fayda aranmayacağını söyleyen şairin nesir alanında da önemli eserleri vardır. Nesir dili şiir dilinden daha sade olan sanatçı yazılarını nüktelerle, zarif bir dille, zengin bilgisiyle etkili hale getirmiştir.

Şiirlerini Evrak-ı Leyal adı altında toplayacağını söylemesine rağmen bunu sağlığında yapamamıştır.

Nesir alanındaki eserleri ise, Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları adlı seyahat yazıları, Evrak-ı Eyyam adlı değişik yazılardan oluşan eseri vardır. Ayrıca tiyatro denemeleri de yapan şairin bu türde pek başarılı olduğu söylenemez.

Cenap ayrıca beğendiği vecizeleri Tiryaki Sözler adı altında kitaplaştırarak bu alanda değerli bir derleme kitabı bırakmıştır.

Halit Ziya UŞAKLIGİL

Dönemin hikaye ve roman temsilcisidir. Eserleriyle sadece kendi döneminin değil sonraki nesillerin de örnek aldığı yazar, Türk romanına tamamen Batılı bir hava vermiştir. Kompozisyon açısından Türk edebiyatının en başarılı eserlerini veren yazar Batı’daki örneklerinden hiç de aşağı değildir.

Halit Ziya’nın dili oldukça ağırdır. Süslü, tamlamalarla dolu bu dilde sözle anlam arasında sıkı bir bağ kurulmuştur. Türk dilinin sadeleştiği dönemde yazar kendi eserlerini sadeleştirmiştir.

Halit Ziya’nın, Realist, Natüralist anlayışla yazdığı romanlarında kahramanlarını çevresinden seçtiği sezilir. Hatta bunların bir gözlem sonucunda oluşturulduğu görülür.

Hikayelerini romanlarına göre daha sade bir dille yazmıştır. Onları çoğu kez bir okuyuşta bitirilecek biçimde oluşturmuştur. Romanlarının konusunu hep İstanbul’dan seçen yazar, hikayelerinde Anadolu’yu da işlemiştir.

Yazarın ilk kitabı Sefile adını taşır. Hizmet gazetesinde yayınlanan bu eser kitap haline getirilmemiştir.

Halit Ziya’nın en başarılı romanları Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar Servet-i Fünun’da yayınlanmıştır.

Mai ve Siyah adlı romanında Ahmet Cemil adlı kahraman, sanat hayalleriyle yaşar fakat içinde bulunduğu çevrenin, özellikle Babıali’nin kırıcı olayları arasında tüm hayalleri yıkılır. Yazarın romanda Ahmet Cemil’e söylettiği sözler aslında Servet-i Fünun’un edebi anlayışıdır.

Sanatçının başyapıtı sayılan Aşk-ı Memnu romanı ise Boğaziçi yalılarındaki hayattan alınmıştır. Eserde alafranga yaşayışa özenen Bihter Hanım’ın kendinden yaşça büyük olan Adnan Bey’le evlenmesi, ancak Adnan Bey’in yeğeni olan Behlül adlı gençle birbirlerine aşık olmaları anlatılır. Züppe bir genç olan Behlül, Bihter Hanım’ı sonunda kandırır; ancak Adnan Bey’in kızı Nihal durumu fark ederek babasına bildirir. Adnan Bey’in durumu öğrendiğini anlayan Bihter kendini öldürür.

Eser ruh tahlilleri yönüyle oldukça gerçekçidir. Kahramanlar her yönüyle tanıtılmıştır. Diğerlerine göre daha sade bir dille yazılan Kırık Hayatlar romanında da yine bir aile dramı anlatılır.

Halit Ziya’nın büyük hikayeleri ise Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bu muydu adlarını taşır.

Halit Ziya’nın diğer önemli eseri hayatının kırk yılını anlattığı ve adını da Kırk Yıl koyduğu anı eseridir. Bundan sonraki anılarını ise Saray ve Ötesi adlı eserde toplamıştır.

Mehmet RAUF

Servet-i Fünun’un ikinci büyük romancısıdır. Uzun süre Halit Ziya’nın etkisinde kalan yazarın dili daha sadedir. Tıpkı Halit Ziya gibi mensur şiirler, hikayeler, ruh tahlillerine önem verdiği romanlar yazmıştır. Onun hikaye ve romanlarında kendi hayatından önemli akisler vardır.

Yazarın en önemli eseri Eylül’dür. Basit bir aşk olayı etrafında dönen eserde aşkın güzelliği dile getirilir. Suat Hanım Kocası Süreyya’yı çok sever. Ancak kocası tarafından çoğu kez yalnız bırakılan kadınla, kocasının arkadaşı Necip arasında gizli bir aşk sürer gider. Eserin sonunda Suat Hanım ile Necip bir yangında yanarak ölürler.

Dil örgüsü bakımından zayıf olan eser, psikolojik tahlillerdeki derinliğiyle ilk psikolojik roman sayılmıştır.

Yazarın ayrıca Siyah İnciler adlı mensur şiir kitabı Genç Kız Kalbi, Ferda-yı Garam, Karanfil ve Yasemin adlı romanları vardır.

Bunlar dışında Cidal, Pençe, Yağmurdan Doluya adlı tiyatro eserleri de vardır.

Şimdi de Servet-i Fünun Edebiyatının özelliklerini maddeler halinde görelim:

  1. Şiirde amacın güzellik olduğu, şiirin fikirleri yaymakta bir araç olarak kullanılamayacağı savunulmuştur; yani sanatın sanat için olduğu fikri hakimdir.
  2. İlk kez, Batı’dan alınan sone, terzarima gibi nazım şekilleri kullanılmış, ayrıca serbest müstezat şekli geliştirilmiştir.
  3. Tanzimatta görülen dilde sadeleşmeye yönelme tamamen terk edilmiş, aksine yeni duygu ve hayalleri karşılamak için Arapça ve Farsçadan yeni sözcükler alınmıştır.
  4. Tanzimatçıların halk şiirine gösterdikleri ilgi tamamen unutulmuş, hatta halk şiirinin basitliğiyle alay edilmiştir.
  5. Şiirde Parnasizm ve Sembolizm akımlarının tesiriyle, toplumsal konular terk edilmiş, kişisel, hatta çoğu zaman marazi duygular ele alınmıştır.
  6. Nesir türlerinde büyük gelişmeler görülmüş, roman ve hikaye Batı tekniği seviyesine çıkarılmıştır.
  7. Tiyatro ihmal edilmiş, birkaç deneme eserle geçiştirilmiştir.
  8. Romanlarda Realizm akımının etkisi görülür. Romanların konuları hep İstanbul’da geçer, ancak birkaç hikayede Anadolu konu edilmiştir.

C – FECR-İ ATİ EDEBİYATI

Servet-i Fünun dergisi 1901 yılında kapatılınca, bu dergi etrafında toplanan şair ve yazarlar artık bir araya gelme imkanına sahip olamamışlardı. Hatta basına uygulanan sansür yüzünden sanatçılar şiirlerini bile rahatça yayınlayamamışlardı.

1908 yılına kadar süren, edebiyatın bu fetret devri bu tarihte meşrutiyetin ilan edilmesiyle sona ermiştir. Edebiyat aşığı gençler bir araya gelip edebi bir toplantı gerçekleştirmişlerdir. Bu gençler arasında Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Refik Halit, Fuat Köprülü, Hamdullah Suphi vardı.

Fecr-i Ati, gerçekte bir edebi akım ya da edebi topluluk değildir. Bu hareket yukarıda adı geçen edebiyata hevesli gençlerin yaptığı birkaç toplantıyla sınırlı kalmıştır. Ancak gençlerin yetenekli olması, edebiyat dünyasının böyle bir toplantıdan haberdar olmasını sağlamıştır.

Fecr-i Ati, edebiyatımızda beyanname yayınlayan ilk topluluktur. Bu beyannamede gençlerin o günün edebiyat dünyasına bakışını, edebi alanda yapmak istediklerini görüyoruz. Bunlara göre kendilerinden öncekiler yeterince Batılı değillerdi. Öncekiler için edebiyat boş vakitleri değerlendiren güzel bir arkadaştı.

Fecr-i Aticiler yapmak istediklerini de şöyle maddeleştirdiler:

  1. Batıyı günü gününe takip etmek, edebi çalışmalarına Batıdaki gelişmeler ışığında yön vermek.
  2. Genç sanatçıların yetişmelerini sağlamak için zengin bir kütüphane kurmak.
  3. Batıdaki birçok eseri Türkçeye kazandırmak için dil komisyonu oluşturmak.
  4. Edebiyat ve fikir konularında konferanslar vererek halkı eğitmek.

Yüksek ideallerle biraraya gelen gençler Fecr-i Ati’yi 1909’da kurdu. Ancak daha ilk ayda 31 Mart olayı yüzünden dağıldı ve bir daha bir araya gelemedi.

Fecr-i Aticiler kendilerinin ne kadar Servet-i Fünun’dan farklı olduğunu iddia etseler de onların devamı olmaktan kurtulamamışlardır. Ortaya koydukları ürünlerin Servet-i Fünun’dan hiç farkı yoktur. Grubun dağılmasından sonra Fecr-i Ati’nin anlayışını sadece Ahmet Haşim sürdürmüştür. Belki Haşim de olmasa bu grubun adı pek duyulmazdı. Yakup Kadri, Refik Halit, Hamdullah Suphi daha sonra Milli Edebiyata geçmişlerdir.

Ahmet HAŞİM

Fecr-i Ati’nin, daha doğrusu Servet-i Fünun’un, anlayışına yakın şiir anlayışını, döneminde Milli Edebiyatın çok revaçta olmasına rağmen hiç değiştirmemiştir. Ne şiir ne dil anlayışında bir sapma vardır. Ancak dilde sadeleşme fikrini, nesirlerinde kullandığı sade dilde görürüz. Hatta bu dil bazen Milli Edebiyatçıların dilinden bile sadedir.

Haşim, şiir görüşlerini şu şekilde açıklar: “Şair ne bir hakikat habercisi ne bir belagatlı insan, ne de bir kanun koyucudur. Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil, duyulmak için vücuda getirilmiş, musıki ile söz arasında sözden ziyade musıkiye yakın bir dildir. … Şiir nesre çevrilemeyen nazımdır. Şiir hikaye değil sessiz bir şarkıdır.”

Görüldüğü gibi Haşim, şiirde anlamın değil söyleyişin önemli olduğunu söylemiş ve şiirlerini bir ses güzelliği oluşturmak için yazmıştır.

Şiirde serbest müstezatı kullanmış, aruzu ahengin kaynağı görmüş, heceyi hiç kullanmamıştır. Konu olarak ise daha çok sembolist sanatçıların şiirlerinde görülen konuları işlemiştir.

Haşim’in şiirleri tam bir sembolist şiir sayılmazsa da söyleyiş olarak, anlatım olarak onu çağrıştırır. En azından Haşim’in şiirinde sembol kullanımı yoktur. Fakat gerçekten kaçış, hayale, akşam vakitlerine, yalnızlığa, bezginliğe sığınış onu Sembolizm’e yaklaştırır.

O her şeyi “hayal havuzunun sularında seyretmiş ve onları renkli bir akis olarak” görmüştür. Şiirde musıkiye değer vermesi de onu Sembolizm’e yaklaştırır. Kelimelerde musıki araması, sanatçıyı sözcük seçiminde titizliğe götürür. Beğendiği sözcüklerin yabancı olup olmamasını düşünmeden onları şiirlerde kullandı.

Haşim’in, nesneleri değil nesnelerin kendinde bıraktığı izlenimleri anlatması, renklere değer vermesi onu biraz da Empresyonistlere yaklaştırır.

Dilinin yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü olması, Haşim’in o güzel şiirlerinin günümüzde anlaşılamamasına neden olmuştur.

Haşim’in ilk şiir kitabı Göl Saatleri’dir. Diğer kitap ise Piyale adını taşır.

Nesir alanında Haşim gerçekten anlaşılmak için yazar. Dili sade, söyleyişi konuşma havasındadır. Edebiyatımızdaki en güzel seyahatnamelerden birini, Frankfurt Seyahatnamesi’ni ortaya koyan şairin ayrıca, değişik deneme, sohbet ve diğer nesirlerini bir araya getirdiği Gurabahane-i Laklakan, Bize Göre adlı eserleri vardır.

BU DÖNEMDEKİ BAĞIMSIZ SANATÇILAR

Servet-i Fünuncularla aynı çağda yaşamak ve eser vermekle beraber herhangi bir edebi topluluğa girmeyen, kendi düşünceleri doğrultusunda eser veren sanatçılar da vardır. Şimdi bunları inceleyelim.

Hüseyin Rahmi GÜRPINAR

Ahmet Mithat geleneğini sürdürerek, halkta okuma sevgisini uyandırmak için eser vermiştir. Servet-i Fünuncularla çağdaş olmakla birlikte ne onlarla ne de bir başka toplulukla ilgisi olmamış, kendine özgü bir anlayış sürdürmüştür. Roman ve hikayeci olarak tanınan yazarın hemen bütün romanlarında konu İstanbul’da geçer.

Türk toplumunun bütün katmanlarını çoğu zaman gülünç yanlarıyla, hatta abartılı bir şekilde anlatmıştır. Toplumun pek mantıklı olmayan adet ve geleneklerini romanlarına yansıtmış, bunlara kimi zaman alaylı, kimi zaman ibretli, kimi zaman da küçük düşürücü açılardan bakmıştır.

Romanları teknik yönden çağdaşlarından, özellikle Halit Ziya’dan oldukça geridir. Romanlarının çoğunu çalakalem yazmış, yazdıkları üzerinde pek düşünmemiştir. Aslında romanlarının çoğunda asıl olay da yoktur. Daha çok karşılıklı konuşmalarla ve özellikle İstanbul’un kenar mahallelerinden seçtiği cahil insanların mahalle ağzı konuşmalarıyla güldürü unsuru sağlamaya çalışmıştır.

Romanda olayların akışını kesip kendine göre bilgiler vermesi, açıklamalarda bulunması roman tekniğine uymaz. Yazar bazen önemli edebi tartışmaları, ya da felsefi konuları, eserde geçen cahil insanlara tartıştırır. Bunu, halkı bilgilendirmek için yaptığını söylese de bu, romanın inandırıcılığını zedeler.

Romanlarında günlük hayattan oldukça faydalanan yazar, tam bir gözlemcidir. Çevresini, sokağını, insanları ayrıntılı bir gözle incelemiş, bunu eserinde de göstermiştir.

İlk romanlarında daha çok Romantizm’in etkisi görülen yazarın asıl temsil ettiği akım Realist-Naturalist akımlardır. Kendisi de makalelerinde bu akımları savunmuştur. Zaten en önemli romanları bu akımların ışığı altında yazılanlardır.

Kahramanların konuşmalarında oldukça sade bir dil kullanan yazar, bilgi verdiği yani kendinin konuştuğu yerlerde biraz ağır bir dil kullanmıştır. Eserlerini yazmadan önce mutlaka gözlemlerinden oluşan notlar tuttuğunu söyleyen yazarın Meddah, Ortaoyunu, Karagöz gibi Halk tiyatrosu ürünlerinden yararlandığını söyleyebiliriz.

Türk edebiyatının en çok roman veren yazarlarından biri olan sanatçının ilk romanı Şık’tır.

Romanda Şatırzade Şöhret Bey adında saf, alafrangalığa özenen birinin hayatı anlatılır. Yolsuz bir kadının ardına düşen bu adam bütün malını mülkünü satar. Perişan bir duruma düşer.

Mürebbiye romanında ise yazar, o günlerde moda olan Fransız mürebbiyelerinin eleştirisini yapar. Dehri Bey adlı kahraman Anjel isimli bir mürebbiyeyi çocuklarını eğitmesi için eve alır.

Yolsuz biri olan mürebbiye evde dört kişiyi birden yoldan çıkarır ve sonunda Dehri Bey’le yakalanır.

Yazar Mürebbiye romanındaki konuyu Metres romanında da işlemiştir.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç adlı romanda ise o günlerde sözü edilen Halley kuyruklu yıldızının dünyaya çarpabileceği fikri işlenir. Bu haberin İstanbul’un kenar mahallelerinde nasıl yankı uyandırdığı anlatılır.

Bunların dışında Gulyabani, Cadı, Şıpsevdi, Hakka Sığındık, İffet, Kesik Baş, Tesadüf gibi romanları da vardır.

Yazarın, çoğu günlük hayattan seçilmiş birçok hikayesi vardır. Bunların çoğu Kadınlar Vaizi adıyla bir araya toplanmıştır.

Hüseyin Rahmi ayrıca tiyatro alanında da eser vermiştir. Bunlar başarılı eserler değildir.

Mehmet Akif ERSOY

Dönemindeki sanatçılar arasında İslâmı anlatmayı gaye edinen, halkın İslamdan uzaklaştıkça ne kötü durumlara geldiğini manzum hikayelerle ortaya koyan realist bir şairdir. Yaşadığı dönemde üç fikir vardı: Osmanlıcılık, İslâmcılık, Milliyetçilik.

Osmanlıcılık fikrini daha çok Namık Kemal savunmuştur. Ancak Hristiyan azınlığın yavaş yavaş devletten ayrılmaları, bu fikrin yaşayamayacağını göstermişti.

İslamcılık fikri ise aynı dini paylaşan Türk, Arap, Fars, Kürt bütün milletleri birbirine bağlayacak sağlam bir bağdı. Ancak İslam, yıllardan beri yozlaştırılmıştı. Eğer üzerindeki küller üfürülürse altından kıpkırmızı kor ortaya çıkacaktı. İşte Akif bu külleri üflemek istemiştir.

Bir şair olarak Akif Türk şiir sanatına ilerlemeler kaydetmiştir. Çağdaşı Fikret’le, düşünceleri tamamen karşıt olmasına rağmen biçimsel yönden aralarında müthiş bir benzerlik vardır. Akif’in şiirlerinde de dize bütünlüğü kırılmış, nazım nesre yaklaştırılmış ve şiir birkaç dizeden oluşan cümleler halinde yazılmıştır. Hatta bazen bir dizede karşılıklı konuşma şeklinde birkaç cümle bile kullanılmıştır. Ancak bu, şiirdeki ölçüyü yani aruzu hiç etkilememiş, Akif aruzu Türkçeye mükemmel bir biçimde uygulamıştır.

Akif aslında Türk edebiyatında manzum hikaye türüne çığır açtıran bir şairdir. Realist bir biçimde anlattığı olaylar, karşımıza getirdiği canlı tablolar gerçekte yaşanan acı gerçeklerdir.

Şiirlerinde oldukça sade bir dil kullanan sanatçı hatta bazen halkın kullandığı argo sözcüklere bile yer vermekten çekinmemiştir.

Şiirlerinin çoğu bir sosyal çevreyi aktarır: Örneğin Küfe şiirinde okumayı çok isteyen ancak babası ölünce ailesine bakmak zorunda kalan bir çocuğun dramı anlatılır.

Mahalle Kahvesi’nde zamanını kahve köşelerinde pinekleyerek geçiren kişiler eleştirilir.

İstibdat şiirinde haksız yere hapse götürülen bir adamın karısının fakirlikten düştüğü durumlar anlatılır.

Köse İmam’da şeriatın emrini yanlış anlayarak karısını boşamak isteyen zalim ve cahil bir erkeği anlatır.

Seyfi Baba’da eski ve ışıksız İstanbul sokaklarından geçip, hasta ve fakir bir ihtiyarın evine giden şairin gözlemleri anlatılır.

Bunlar dışında Akif’in, İslâm’ın şeref tablolarını, hak ve hukuka verdiği değeri gösteren şiirleri de vardır.

Akif, şiirlerinde, görmek istediği ideal genci Asım’ın kişiliğinde canlandırmış ve ona nasihat etmiştir. Bu bir bakıma Fikret’in Haluk’unun karşısına çıkarılmış bir genç olarak düşünülebilir.

Akif’in şiirinde görülen bir diğer özellik sanatı sanat için değil, halk için yapmasıdır. Bu yönüyle o realist olmaktan çok Naturalistlere yaklaşır. Çünkü gerçeği olduğu gibi, çirkinliğiyle, iğrençliğiyle aktarır. “Önce siz derdi bulun, sonra kolaydır derman.” diyerek naturalistlerin romanda yaptığını, Akif şiirde yapmıştır.

Onun şiiri her şeyiyle yerlidir. Batıyı taklit etmek, onlara benzer eser ortaya koymak gibi bir amacı olmamıştır.

Şiirlerini Safahat adlı kitapta toplamış, ancak bu kitaba milletine hediye ettiği İstiklal Marşı’nı almamıştır.

Mehmet Akif nesir türünde de eser vermiştir. Hatıralar adlı eserinde Berlin’de ve Mısır’da geçirdiği günlerle ilgili notları vardır.

Yahya Kemal BEYATLI

Yahya Kemal, modern şiir dilinin yolunu açanların başında gelir. Şiirimize Batılı anlayışla ilk çekidüzen veren odur. Günlük yaşantının dışına çıkar, tarihimizin kahramanlıklarına, duygunun sonsuzluklarına uzanır. Divan şiirimizle yeni şiir arasındaki köprüyü tek başına kurar. Tanzimattan beri yıkılmaya hatta unutturulmaya çalışılan Divan şiiri, onunla yeniden keşfedilir. Gazel, Rübai, Şarkı onunla yeniden canlanır. Türk aruzuna son ve en güzel şeklini veren Yahya Kemal’dir.

Şiirde söyleyişe büyük değer veren ve asıl olanın anlam değil anlatım olduğunu savunan Yahya Kemal şiiri sessiz bir musıkiye benzetir. Şiirde biçim mükemmelliğine büyük değer verir. Kelimeler üzerinde titizlikle durur. Söylemek istediğini anlatacak sözcüğü buluncaya kadar uğraşır; yakın anlamlarıyla yetinmez.

Tanzimatçıları nutukçu olmakla, Servet-i Fünuncuları ise bireysel bir taklitçilikle suçlayan Yahya Kemal, şiirde iki unsurun önemli olduğunu vurgulamıştır. Bunlardan biri İstanbul Türkçesinin kullanılması, diğeri ise şiirde ritm sağlanmasıdır.

Yahya Kemal, Batı’yı olduğu gibi taklit etmeye karşı çıkmış, Batı’nın bilinmesi gerektiğini ancak öğrenilenleri milletimizin, dilimizin özelliklerini göz önüne alarak uygulamak gerektiğini savunmuştur.

Yahya Kemal, İstanbul’u dünyanın en güzel şehri, Boğaz’ı İstanbul’un en güzel yeri sayar. Bu güzelliği vücuda getiren birinci unsur şaire göre güneş, diğeri deniz dir. Üçüncü neden de Yahya Kemal’in musıkimize olan bağlılığı ve derin hayranlığıdır. O musıkimizi Türk mimarisi ile birlikte, milletimizin meydana getirmiş olduğu en övünülecek şeylerden biri sayar.

Yahya Kemal Parnasizm akımının şiirde biçim kusursuzluğuna verdiği değerden etkilenmiştir. Ancak onu parnasyen saymak, kendinin de kabul etmediği bir özelliktir. Belki etkilenmiş demekle yetinilmelidir.

Şiirlerinde Divan Edebiyatı’nın gül, bülbül, aşk, şarap mazmunlarını kullanmış, ancak şiiri günümüz Türkçesiyle yazmıştır. Nedim’den sonra ikinci İstanbul aşığı ve şarkı ustası sayılmıştır. Sağlığında herhangi bir şiir kitabı yayınlamamış, şiirleri dilden dile yayılmıştır.

Ölümünden sonra kurulan Yahya Kemal Beyatlı Enstitüsü, dördü şiir kitabı olmak üzere 13 eserini yayınlamıştır. Bunlar Kendi Gök Kubbemiz, Rübailer, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Bitmemiş Şiirler…

En az şiirleri kadar önemli nesir yazıları da vardır. Bunların büyük kısmı fikir yazıları, sohbetler, anılardır. Bunlardan en önemlileri Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi ve Edebi Hatıralar’dır.

Ahmet RASİM

Türk basınının en sürekli yazan gazetecilerindendir. Yazılarındaki güç, her sınıf halkın yaşayışını, inançlarını, gelenek ve göreneklerini çok iyi bilip, tasvir ettiği kişileri, şiveleri, argoları, kılık kıyafet ve tüm incelikleriyle yansıtmasındandır. İstanbul folklörüne ait bilgisi çok geniş, dış gözlemi çok güçlüdür. İstanbul’u anlatır, İstanbul’u yaşar.

Onun yazılarında tüm İstanbul, mesireleri, kahveleri, çarşıları, semtleri, patlıcan kızartırken ahşap evini tutuşturup koca bir yangına sebep olan kocakarıdan tutun da Yahudiye, seyyar satıcıya kadar binlerce İstanbullu olanca canlılığı ile yaşar.

Ahmet Mithat Efendi ile başlayıp Hüseyin Rahmi ile yürüyen halkçı edebiyat anlayışına Ahmet Rasim bir gazeteci, bir halk yazarı olarak katılır. En çok makale, fıkra, gezi, anı türünde eserler vermiştir. Bunun yanında hikaye ve roman türünde eserleri de vardır.

İlk Sevgi, Mektep Arkadaşım, Askeroğlu, Hamamcı Ülfet gibi hikaye ve romanlarından başka Falaka isimli çocukluk hatıraları kitabı Osmanlı Tarihi adlı ders kitabı, Gülüp Ağladıklarım, Muharrir Bu Ya, Şehir Mektupları adlı değişik türde eserleri vardır.

Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI

Türk edebiyatında genç nesillerin Doğu edebiyatı, Batı edebiyatı taraftarı olarak ikiye bölündüğü bir sırada yetişmiştir. Daha çok Batı edebiyatına sempati duyarak Servet-i Fünuncularla çok yakın dostluklar kurmasına rağmen hiçbir tarafa katılmamış, yalnız kendi zevk ve karakterinin yolundan yürümüştür. Gelibolu’da oturduğu için İstanbul’daki edebi hareketlerden tamamen habersiz bulunuyordu. Bunun için onun şiirdeki ilk rehberleri, bu taşra şehrinde sık sık karşılaştığı saz ve tekke şairleri oldu.

Saz ve Tekke şairlerinin etkileri, o İstanbul’a geldikten sonra bile devam etti. Bu etki daha çok nazım şekli, vezin ve üsluba ait olarak göze çarpar. Bu anlayıştaki şairin tartışmalarda elbette heceyi ve halk dilini savunması doğaldır.

Şiirlerinin konusu daha çok aşk, tabiat, nostalji, çocukluk hatıralarıdır. Bu şiirlerdeki başarıyı sağlayan en önemli nokta duyguların ifadesindeki samimiyettir. Buna konuşma dil ve üslubuna gösterdiği özeni de eklemek gerekir. Yunusvari söyleyiş şiirlerinin dilde kolay kalmasını sağlamıştır.Çok geniş bir ansiklopedik bilgiye sahip olduğundan “Feylesof” ünvanını alan şairin Serab-ı Ömrüm adlı şiir kitabı vardır.

MİLLİ EDEBİYAT

Türk edebiyatında Türk milliyetçiliği düşüncesi Tanzimat döneminde başlamıştır. Bu dönemde özellikle Şemseddin Sami şiirin sadeleşmesiyle ilgili yazılar yazıyor, Orhun Abideleri’ni, Kutadgu Bilig’i Türkiye Türkçesine çevirerek ilgiyi Ortaasya’ya çekiyordu.

Ayrıca Ahmet Vefik Paşa makaleleriyle Türklük düşüncesini yaymaya çalışıyordu. Ancak bu kişisel çabalar aydınlar arasında tam bir birlik sağlamaktan uzaktı. Özellikle kalemi güçlü şairlerin, Fikret’in, Cenap’ın, Abdülhak Hamit’in, sanat için sanat görüşüne takılmaları, bu çalışmaların yeterince güçlenememesine neden oluyordu. Oysa 1908’li yıllara gelindiğinde ortada artık bu güçlü sanatçıların adı duyulmuyurdu. Özellikle o yıllarda Balkan Savaşları’nın ya da azınlık isyanlarının çok olması halkta büyük tepki uyandırmış, Arapların isyanıyla İslamcılık görüşü de geçersizleşmiş ve milliyetçilik akımı büyük bir güç kazanmıştır. Böyle bir ortamda sanatçıların kişisel düşünceyle yaptıkları sanat da elbette pek rağbet görmemiştir. Hatta sanat değeri olmayan, kuru şiirler, sırf milletin hissiyatına seslendiğinden büyük rağbet görmüştür.

İşte böyle bir ortamda Fecr-i Aticilerin kişisel sanat anlayışları yeterince güçlenememiş ve topluluk dağılmıştır. Bu sırada İstanbul’dan uzakta, Selanik’te yayın yapan Genç Kalemler Dergisi, Yeni Lisan adlı makaleler dizisiyle dilin nasıl sadeleşeceği konusunda yollar ortaya koyuyor, bu görüşün savunucuları sade dille güzel eserler yazıyorlardı. Yeni Lisan makalelerinde ileri sürülen görüşleri şu şekilde maddeleştirebiliriz:

  1. Arapça, Farsça tamlamalar ve gramer kuralları asla kullanılmayacak, bunların yerleşmiş olanları kalabilecekti.
  2. Halk dilinde yerleşmiş bulunan Arapça, Farsça sözcükler kullanılacak, bu dillerden yeni sözcükler alınmayacaktır.
  3. Arapça, Farsça sözcükler halkın telaffuz şekline göre yazılacak asılları dikkate alınmayacaktır.
  4. Yazı dilinde milli söz dizimi hakim olacaktır.
  5. Konuşma ve yazı dili, Türkçenin en olgun, en güzel şekli olan İstanbul Türkçesi olacaktır.

İlk defa, Ömer Seyfettin ile Ali Canip’in birlikte çıkardıkları Genç Kalemler dergisine daha sonra Ziya Gökalp de katılmış, her geçen gün artan savunucusuyla yeni ve güçlü bir Milli Edebiyat ekolü oluşmuştur. Fecr-i Aticiler bir ara dilde sadeleşmeye karşı çıktılarsa da özellikle Fuat Köprülü, Hamdullah Suphi, Yakup Kadri gibi güçlü kalemlerin Milli Edebiyat saflarına geçmeleri, Fecr-i Ati’yi bitirmiş geride sadece Haşim kalmıştır.

Milli edebiyat özellikle dil konusu üzerinde durmuştur. Yoksa sanatçıların kişisel görüşleri birbirinden oldukça farklıdır. Kimi sade bir dille kişisel konular üzerinde şiirler söylerken (Beş Hececiler), kimi vatan, millet, Anadolu kavramları üzerinde durmuştur. Belki de bu serbestlik Milli Edebiyat’ın sürekliliğinin en büyük sebebidir.


D – MİLLİ EDEBİYAT SANATÇILARI

Ömer SEYFETTİN

Genç Kalemler dergisindeki yazılarıyla Milli Edebiyatın kurulmasında büyük rol oynayan sanatçı, aynı zamanda realist Türk hikayeciliğinin yerleşmesinde de büyük bir etkiye sahiptir. Edebiyatımızda hikayeciliği meslek edinen ilk sanatçı diyebiliriz Seyfettin için.

Onun Türk edebiyatında “edebiyatsız edebiyat yapmak” amacıyla çalışması, edebiyatı gereksiz söz, şekil ve mecazlarla yüklemeden parlak cümleler kullanmadan yapması o gün için çok yeni bir üsluptur.

Seyfettin, hikayelerinde çok değişik konular işlemiştir. Onda sosyal hayatta görülen gülünç huyların eleştirisini yaparak, toplumu iğnelemekten hoşlanan eleştirici bir huy vardır. Hikayelerinin başarılı olanları ise milli duyguları canlandırıcı tarihi hikayelerdir. Ayrıca çocukluk anılarından, Balkanlardaki Türklerin durumundan bahsettiği hikayeleri de vardır.

Hikayelerini beklenmeyen sonuçlarla bitirerek okuyucuda iz bırakmak ister. Fikirlerini olaylar arasına dağıtarak kuru didaktizm’den kurtulur.

Hikayelerinde kullandığı sade dil, onların her kesimde okunabilmesini sağlamış, gençlerin milli duygularını canlandırmak gayesine yazar böylece ulaşabilmiştir.

Seyfettin, Türk milliyetçiliğini savunur ancak bu milliyetçilik kan ve ırk birliği değil ideal birliğidir. Hikayelerinde halk fıkralarına, halkın arifçe sezgilerine büyük bir sevgi duyar.

Ömer Seyfettin, hikayelerinin başına bir atasözü koyarak konuyu bir anafikir etrafında toplamaya çalışır.

Başını Vermeyen Şehit hikayesinde Peçevi tarihinden alınan bir olay işlenmiştir. Bu hikayenin başında adı geçen tarihten manzum parçalar vardır. Yazar bu hikayede kahramanlık duygusunu işler.

Kızılelma Neresi hikayesinde Kanuni’nin gitmek istediği bir yer anlatılır; ancak bunun neresi olduğu belirtilmez. Burada Kızılelma Türk idealinin sembolüdür.

Kütük hikayesinde kaleyi fetheden Aslan Bey’in askeri zekası üzerinde durulur.

Teke Tek hikayesinde Türklerin fethettiği ülkelerde gösterdiği adalet ve hoşgörü anlatılır. Bu hoşgörüye karşın oraların halkının gösterdiği nankörlük üzerinde durulur.

Pembe İncili Kaftan hikayesinde gururlu Safevi hükümdarına elçi giden Muhiddin Çelebi’nin cesareti, gururu, millet sevgisi üzerine yaptığı fedakarlık anlatılır.

Bomba hikayesinde Bulgar askerlerinin kendi halkına dahi ne derece zulüm yaptığı anlatılır.

Falaka hikayesinde öğrencilik günlerinde karşılaştığı bir olay üzerinde durur.

Kaşağı çocukluk döneminde çok etkilendiği bir olayın anlatıldığı hikayedir.

Bunlar dışında daha birçok hikayesi olan yazarın şiirleri de vardır. Hatta edebiyat hayatına şiirle başlamıştır. İlk şiirlerinde Servet-i Fünunculardan etkilenerek aruzu kullanmış daha sonra ise heceyle hatta koşma yazmaya kadar gitmiştir. Milli Türk destanlarını manzum olarak yazma çabasında bulunan sanatçı, şairlikte, hikayecilikte olduğu kadar başarılı değildir.

Ali Canip YÖNTEM

Yazar, Türk dilinin sadeleşmesi konusunda Ömer Seyfettin’le Ziya Gökalp’le birlikte büyük bir idealla çalışmıştır. Lirik şiirleriyle tanınan sanatçı önce Servet-i Fünun şairleri tarzında yazmış, sonra aruzla ve sade dille şiir yazmaya yönelmiş, sonra hececi şairlerin arasına katılmıştır.

Önceleri Divan şiiri ve Servet-i Fünun şiiri tarzında şiirler yazmasına rağmen, daha sonra dilde sadeleşme fikrini kabul edince yine aruzla ancak sade dille şiirler yazmıştır. Bu tarz şiirlerini Geçtiğim Yol adıyla kitaplaştırmıştır. Çoğu aşk ve tabiat şiirleri olan bu ürünler devrin birçok şairinden üstündür.

Şair heceye geçmiş ancak halk şiiri nazım biçimlerini kullanmamış, yeni biçimlerle, bazen de Terzarima tarzında yazmıştır.

Sanatçı sonraları şairliği de bırakmış makaleler ve inceleme, araştırma yazıları yazmıştır. Çoğu makalesinde Türkçülüğü ve Türk dilini savunmuştur.

Milli Edebiyat Meseleleri ve Cenap Bey’le Münakaşalarım, Edebiyat (ders kitabı), Epope, Naima Tarihi, Leyla ile Mecnun, Türk Edebiyatı Antolojisi, Ömer Seyfettin ve Hayatı yayımladığı eserlerdendir.

Ziya GÖKALP

Türk edebiyatında sanatçılığından çok fikir adamlığı yönüyle yer etmiştir. Türkçülük fikrini felsefi yönleriyle ele alan ve sağlam temellere oturtan Gökalp, bu yönüyle çoğu devlet adamının fikir babalığını yapmıştır. Hatta yeni kurulan Türk devletinde yapılan birçok değişikliğin Ziya Gökalp’in fikirlerinden esintiler taşıdığını söyleyebiliriz.

Onu edebiyatımızda bir şair olarak karşılamak için ciddi bir neden yoktur. O zaten “şiir için değil şuur için” çalıştığını söyler. Onun en olgun fikirleri mısralaştırması, halk hafızasında kalıplaşmış bazı sözlerin kalmasını sağlamak içindir.

Gökalp, Türkçülüğü, Turancılık olarak algılamış ve anlatmıştır. Ona göre amaç bütün Türklerin bir çatı altında toplanmasıdır. “Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan” derken bu amacını ortaya koyar.

Gökalp, o dönemlerde Yeni Lisan makaleleriyle dil hakkındaki görüşlerin anlatıldığı Genç Kalemler dergisine yakınlık duymuş ve kısa zamanda o derginin yazar kadrosuna katılmıştır. Burada yayınladığı Türkçülük ve Türk dili ile ilgili makale ve şiirleri büyük rağbet görmüştür.

Şiirlerinde hece ölçüsüne değer vermiştir. Bütün sanat faaliyetlerinin halka doğru gitmesini, halkın sesinin sanatla duyurulmasını amaçlamıştır. Hemen bütün eserlerinde kullandığı dil sade, konuşma dili kadar samimi ve doğaldır.

Gökalp’in manzum masal ve şiirleri üç ayrı kitapta toplanmıştır. Bunlar, Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altın Işık adlarını taşır.

Nesir türünde ise Türk Töresi, Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek–İslamlaşmak Muasırlaşmak, Malta Mektupları adlarında eserleri vardır.

Mehmet Emin YURDAKUL

Türk edebiyatında açık bir Tükçülüğü ilk defa bir sanat ideali haline getiren Türk şairi Mehmet Emin’dir. Yeni Türk şiirinde sade ve doğal halk dili kullanmayı ülkü edinen şair,

Hece ölçüsünü, eski Türk ölçüsü olduğu için tutucu bir ısrarla aruza tercih etmiştir. Türk edebiyatında yeni bir hece ölçüsü cereyanının başlamasına bu yönüyle önderlik etmiş sayılır.

Aslında şiirleri tüm ölçü ve uyağa rağmen başarılı sayılamaz. Gayet kuru hatta tekdüze bir söyleyişi vardır. Bu yönüyle edebiyatta yeri olmasa bile edebiyat tarihinde yeri vardır denebilir.

Mehmet Emin’in en büyük kusuru halk dilini ve halk ölçüsünü kullandığı halde, geleneksel Türk Halk şiirinin sesini kavramamış olmasıdır. Çünkü onun şiirlerinde ölçü, ahenk sağlayıcı bir unsur olmaktan çok, parmak hesabı denecek kadar basittir. Yoksa koşma, semai gibi halk şiirlerindeki ahengi onda bulamayız.

Ses bakımından başarılı olamasa bile söylediği fikirler ve heyecanlar bakımından birçok ses şairinden üstündür. Sanatı; ülküsünü, fikirlerini anlatmakta bir araç olarak kullanmış, her şeyi vatanın yükselmesi uğrunda kullanabileceğini söylemiştir.

Mehmet Emin, Arapça, Farsça kelime ve tamlamalara hiç itibar etmemiş, Genç Kalemler’in dil hakkındaki görüşlerini açıklamasından çok önce, böyle bir dili kullanmıştır.

Şair, Türk halkının, hakkını ve özgürlüğünü almak için savaştığını, Türk aydınlarının ruhunda Türkçülük aşkının önüne geçilmez bir iman haline geldiğini de görmüştür. Türk şiirinin genç nesilleri onun söyleyişini beğenmiyor; onun söyleyişine özenmiyor; fakat onun söylediklerini daha milli ve daha musıkili bir söyleyişle birleştirerek heyecanla söylüyordu.

Şiir ve nesir türlerinde eser veren yazarın Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Dicle Önünde, Turana Doğru, Ordunun Destanı, Zafer Yolunda adlı şiir kitapları vardır.

Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU

Küçük yaşlarda edebi çalışmalara başlayan sanatçının ilk edebi çalışmaları Servet-i Fünuncularla olmuş ve devrin süslü, külfetli dil modası ilk zamanlarda en çok Ahmet Hikmet’i etkilemiştir. Hatta sanatçı, kulağına hoş gelen Arapça, Farsça sözcükleri, küçük bir deftere yazıyor, sonra fikir için kelime arayacağı yerde, yazı yazarken, bu seçtiği kelimeleri kullanmak için fikir ve fırsat arıyordu. Ancak bu durum uzun sürmedi. Sade dile yönelme Ahmet Hikmet’te hızlı oldu ve Türkçü düşünce tüm sanat anlayışını değiştirdi. “Yeğenim” adlı monoloğunda Batı özentisi içindekileri alaycı bir üslupla eleştirdi.

Sanatçının edebi ününü sağlayan ilk önemli eseri “Haristan ve Gülistan”dır. Eserin içindeki en önemli parça esere adını veren masaldır. Bu eser Batı tarzında yazılan ilk masal sayılır. Hikmet bu eserinde Doğu’nun masal zevki ve masal geleneği ile Batı’nın tekniğini ve Servet-i Fünunun renkli, süslü üslubunu birleştirmiştir.

Yazarın milli kültürü önplana alarak yazdığı diğer önemli hikaye kitabı “Çağlayanlar”
adını taşır. Eser Türkçülük hareketlerinin, milli kültür ve milli heyacanla yoğrulmuş, zengin verimlerinden biridir. Eserde, Türk milletinin milli ve fikri asaletini betimleyen Üzümcü hikayesi; uygurların Göç destanından alınan bir konuyu ele aldığı Altın Ordu; baştan başa öztürkçe kelimeler kullanıldığı halde akıcılığından dolayı yadırganmayan Yakarış adlı düzyazı şeklindeki münacatı önemlidir.

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Edebi hayatına Fecr-i Ati topluluğunda başlayan, o dönemin modası olan süslü mensur şiirler yazan yazarın gerçek başarısı roman alanındadır.

Sanatçının ilk ve en güzel romanı “Kiralık Konak” tır. Bu romanda Tanzimat döneminde görülen nesiller arası çatışma konu edilir. Daha sonraki romanlarını da göz önüne aldığımızda yazarın Tanzimat’la Cumhuriyet’in ilk yılları arasındaki dönemi tarihi bir sıra içinde anlattığını söyleyebiliriz. Şimdi romanları kısa özetleriyle aktaralım:

Kiralık Konak, ayrı ayrı devirleri temsil eden Naim Efendi ile torunu Seniha arasındaki çatışma üzerine kurulmuştur. Naim Efendi, geleneği; Seniha, Avrupai tarz yaşayışı ifade eder.

Nur Baba romanında tekkelerin içten içe bozuluşu anlatılır. Roman, bir konakta yaşayan Nigar Hanım’ın hayatıyla, tekke arasındaki karşıtlıklar üzerine kuruludur.

Hüküm Gecesi romanında Osmanlı’nın bozulan siyasi durumu Ahmet Kerim’in çevresinde gözler önüne serilir. Bu kahraman adeta Yakup Kadri’nin sözcüsüdür.

Sodom ve Gomore, adeta Hüküm Gecesi’nin devamıdır. Burada Ahmet Kerim, İstanbul’u, ahlaksızlıklarından dolayı yerle bir edilen Sodom ve Gomore şehirlerine benzetir. Böylece yeni bir romanın temelini atar. Asıl roman ise Kaptan Jackson ile Leyla ve Necdet arasında geçer. Burada Jackson işgalci güçlerin, Leyla onlar gibi yaşamaya çalışan tiplerin, Necdet milli benliği savunan gençlerin temsilcileridir.

Yaban romanı, Ahmet Celal’in hatıra defteri olarak düzenlenmiştir. Eser boyunca bu kişinin gözlem ve değerlendirmeleri anlatılır. Anadolu insanının içinde yaşadığı zorluklar, köylülerin pislik ve ahlaksızlık içindeki halleri dile getirilir.

Yazarın Cumhuriyet dönemini anlattığı Bir Sürgün, Ankara, Panorama romanları tarihi zincirin son halkalarını oluşturur.

Son romanı Hep O Şarkı’nın konusu ise aşk’tır. Diğer romanlarının kronolojik sırasına pek uymayan bu eser Münire ile Cemil’in aşkları üzerine kuruludur.

Yakup Kadri realist bir roman yazarıdır. Anlatımında Servet-i Fünun nesrinden gelme üslupçuluğu sürer; ancak dili sadedir. Süslü, ağdalı dille yazdığı mensur şiirlerini ise Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan adlarıyla kitaplaştırmıştır.

Yazarın ayrıca Milli Savaş Hikayeleri adını verdiği hikaye kitabı da bulunmaktadır. Ayrıca elçiliklerdeki günlerini anlattığı anı eseri Zoraki Diplomat; çocukluk anılarını anlattığı Anamın Kitabı ve Gençlik ve Edebiyat Hatıraları adlı kitapları vardır.

Halide Edip ADIVAR

Edebiyata Halide Salih imzasıyla yayımladığı hikayelerle giren sanatçı kullandığı sade, yeni bir dille dikkatleri çeker. Romanlarında ilkin aşk temasını işleyen sanatçı daha sonra Türkçülük, milliyetçilik konularına yöneldi.

Adıvar, romanlarında canlı, kuvvetli karakterler yaratır. Özellikle kadın kahramanları, idealize edilmiş, erkeklerden üstün gösterilen çarpıcı, etkileyici kişilerdir.

Romanlarında olaylar çoğunlukla İstanbul’da, kendi yaşadığı zamanlarda geçer. Milli Mücadele yıllarını anlattığı eserlerinde Anadolu’ya da yer verir.

Üslubu pek akıcı değildir. Alışılmışın dışında bir cümle yapısı, tutuk, bazen bozuk bir anlatımı vardır. Dilindeki aykırılığa rağmen düşüncelerindeki sağlamlık dikkati çeker.

Halide Edip acemiliklerle dolu ilk eserlerinden başlayıp gittikçe olgunlaşan bir üsluba ulaşır. Romantizmden Realizme kayan anlatışında asıl başarı İstiklal Savaşı yıllarındaki romanlarında görülür.

Türk edebiyatında en çok eser veren sanatçılardandır. Yaklaşık 20 romanı, 3 hikayesi, hatıraları, tiyatroları, inceleme eserleri vardır. Önemli eserlerini kısaca tanıtalım.

En başarılı romanı, önce İngilizce yazıp, Türkçeye çevirdiği Sinekli Bakkal’dır. Realist özellikler gösteren eserde Rabia adlı kadın kahraman görülür. Mahallede karagöz oynatan ve Kız Tevfik denen birinin kızı olan Rabia eser sonunda, kendisine aşık olup müslüman olan İtalyan Peregrini ile evlenir.

Handan romanında ise yazar bir aile dramını anlatır. Bu sırada Batılı yaşayışa özenen Türklerin içine düştükleri durumları da göz önüne serer. Eserin en büyük özelliği karşılıklı mektuplar halinde yazılmış olmasıdır.

Yazarın Kurtuluş Savaşı’yla ilgili önemli romanlarından olan Ateşten Gömlek’te yazar aşkla vatan sevgisini birlikte işler. Eserde İzmir’in işgalinden sonraki durumlar anlatılır.

Vurun Kahpeye romanında ise Anadolu’ya öğretmen olarak giden bir İstanbullu kızın düşmanla işbirliği yapan kişilerce iftiraya uğratılıp linç edilmesini anlatılır.

Yeni Turan, Seviye Talip, Heyula, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu, Sonsuz Panayır, Döner Ayna, Akile Hanım Sokağı romanlarından birkaçıdır.

Yazarın Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Seda adlı hikaye kitapları da vardır.

Mor Salkımlı Ev adlı eserinde çocukluk yıllarıyla ilgili anılarını, Türk’ün Ateşle İmtihanı adlı eserinde Milli Mücadele yıllarındaki anılarını anlatmıştır.

Yazarın ayrıca Kenan Çobanları adlı tiyatrosu, İngiliz Edebiyatı Tarihi, Türkiye’de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri adlı inceleme eserleri de vardır.

Refik Halit KARAY

Türkiye Türkçesinin edebiyat dili haline gelmesinde çok büyük bir yeri olan sanatçı, kullandığı dili, onun en saf ve gerçek kaynağından almış, ana dilimizin en güzel konuşulduğu ev, aile Türkçesini kullanmış, onu kendi sanatkar ruhu ile birleştirip pürüzsüz bir dil haline getirmiştir.

Onun ilk şöhreti Kalem adlı mizah dergisinde Kirpi ismiyle yazdığı yazılardır. Oldukça iğneleyici eleştirilerle yüklü bu yazılar, yazarının Anadolu’nun değişik illerine Sinop’a, Çorum’a, Eski Ankara’ya, Bilecik’e sürülmesine neden olmuştur. Buralarda Anadolu’yu ve Anadolu insanını yakından tanıma fırsatını bulan yazar gerçek bir Memleket Hikayeleri yazmıştır.

Ankara Hükümeti aleyhine yazdıklarından dolayı Cumhuriyet ilan edilince yurt dışına Hatay’a sürülmüş ve gurbet acısıyla yanan yazar burada eşine az rastlanır bir mükemmellikle Gurbet Hikayeleri’ni yazmıştır.

Elbette o sadece hikayeci değildir. İlk roman denemesi olan İstanbul’un İç Yüzü adlı eseri pek başarılı değildir. Hatay’daki sürgün hayatındayken yazdığı “Sürgün” romanı ise oldukça başarılıdır. Bu roman Osmanlı Sultanlarının ve çocuklarıyla birlikte yurt dışına sürülen siyaset kurbanlarının üstün bir roman diliyle örülmüş maceralarıdır. Çete romanı Antakya’nın sarp dağlarında çağlayan bir aşkı anlatır. Eserdeki Kahraman Hatay’ın Türk kalması için mücadele eder.

Yezid’in Kızı romanı ise yazarın tabiat tasvirlerine ve portrelere önem verdiği önemli bir aşk romanıdır. Anahtar adlı romanında ise kıskanç bir erkeğin ruh halleri mükemmel bir biçimde anlatılmıştır.

Bunlardan başka Refik Halit’in en önemli yazıları hiciv ve mizah türündedir.Başına birçok dert açan bu yazılarını Aydede adlı dergide yayınlamıştır. Bu türdeki yazıları Kirpinin Dedikleri, Deli, Sakın Aldanma – İnanma – Kanma adlarıyla kitaplaştırılmıştır.

Yazarın sürgünden döndükten sonra yazdığı Bugünün Saraylısı, Kadınlar Tekkesi, Dört Yapraklı Yonca, Sonuncu Kadeh adlı romanları ve Kanije Müdafaası adlı tiyatro eseri de vardır.

Reşat Nuri GÜNTEKİN

Edebiyatımızda memleket konusunu işleyen önemli yazarlarımızdandır.

Asker çocuğu olduğundan birçok şehirde bulunmuş, Anadolu ve Anadolu insanını yakından tanımıştır. Ayrıca müfettişlik göreviyle Anadolu’nun birçok yerini gezmesi, onun bu bilgisini daha da zenginleştirmiştir. Bu gezileri sırasında yazdığı Anadolu Notları adlı eseri gezi yazısı türünün başarılı bir örneğidir.

Yazarın eserlerindeki en kuvvetli sanat çizgisi okuyucunun onun yarattığı tipleri kendine yakın bulmasıdır. Bunda onun ne derece gözlem yeteneğinin olduğu anlaşılır. Eserlerinde Anadolu insanının her türlüsüne yer vermiş, onları gerçek yönleriyle tanıtmıştır.

Birkaç roman denemesinden sonra, yazarın gerçek ününü sağlayan, Çalıkuşu romanı olmuştur. İstanbul’da iyi eğitim gören biri olan Feride adlı genç bir kızın bir aşk yarasından dolayı Anadolu’ya öğretmen olmasını ve Anadolu’da geçirdiği zor günleri anlatan bu roman o zamanın gençlerine bir ideal çizmiştir.

Reşat Nuri, Yeni Lisan ve Milli edebiyat hareketlerinin en başarılı kalemlerindendir. Konuşma dilini romana oldukça rahat uygulayan yazarın romanlarından bazılarını tanıyalım:

Yeşil Gece adlı romanı Çalıkuşu’nun bir benzeridir. Eski eğitim sisteminin ve dini istismar edenlerin eleştirildiği bu eserde Ali Şahin adındaki genç öğretmenin hayatı anlatılır. Eserin en ilginç yönü Cumhuriyetten önce dinci geçinen grubun, bundan sonra çıkarlarına uygun olarak en ilerici geçinenlerden olmalarıdır.

Miskinler Tekkesi’nde yazar toplumun acı bir gerçeği olan dilencilik üzerinde durur. Zengin bir ailenin çocuğunun daha sonra fakirleyip dilenci olması; ancak dilenerek bir çocuğu okutması konu edilir.

Acımak adlı romanda ise yazar geriye dönüş tekniğini kullanır. Babası Mürşit Bey’in ölümünden sonra onun not defterini bulan Zehra’nın bu defteri okuması eserin özünü oluşturur. Eser, çevrenin, özellikle kadının erkek üzerindeki kötü etkilerini anlatan dramatik bir özellik gösterir.

Bunların dışında yazarın Dudaktan Kalbe, Damga, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Değirmen, Kavak Yelleri adlı romanları da vardır.

Yazarın ayrıca Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler adlı hikaye kitapları; Hançer, Yaprak Dökümü, Eski Şarkı, Balıkesir Muhasebecisi,Tanrıdağı Ziyafeti adlı tiyatro eserleri de vardır. Bunlardan Yaprak Dökümü romandan tiyatroya uyarlanmıştır.

Yazarın bunların dışında oldukça çok araştırma, inceleme eserleri de vardır.

Hamdullah Suphi TANRIÖVER

Türk milliyetçiliğinin yayılmasında önemli görevler üstlenen Türk Ocakları’nda, hayatının büyük kısmını geçiren sanatçı özellikle kudretli hitabet kabiliyetiyle dikkati çeker. O dönemde gençlere büyük moral ve güç veren haykırışlarla dolu konuşmalar yapmış ve bunları “Dağ Yolu” adıyla derlemiştir. Yine milli heyecanla süslenmiş, değişik gazetelerde yayınlanan yazılarını da Güne Bakan adıyla derlemiştir.

BEŞ HECECİLER

Ömer Seyfettin ve Ali Canip’in başlattığı Yeni Lisan ve Milli Edebiyat cereyanı gittikçe güçlenmiş, birçok şair heceyle şiir söyleyerek bu edebiyata destek vermiştir.

Servet-i Fünun’dan Celal Sahir’in, Fecr-i Ati’den Fuat Köprülü’nün de katıldığı bu edebiyat, aruzla şiir yazan birçok şairi de etkilemiştir. Onlarca şairin aruzu bırakıp heceye döndüğü, Anadolu’yu şiirine konu ettiği, Halk edebiyatı ürünlerini kullandığı bu dönemde, heceye başarılı bir geçiş yapan Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, edebiyat tarihçilerince Beş Hececiler olarak anılmışlardır.

Adı geçen şairler ve bunlara benzer şiir yazanlar aslında Milli bir edebiyat oluşturmaktan uzaktırlar. Belki Anadolu ve oranın insanlarına sevgi duyuyorlardı fakat, şiirlerinde kişisel konuları işlemekten hatta Milli Edebiyatı sade dil, hece vezni ölçülerine indirmekten ibaret saydıkları söylenebilir. Bunlar ayrıca Milli Edebiyatı Cumhuriyet dönemine bağlayan köprü vazifesi görmüşlerdir.

Sanatçılar

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Döneminde, yazdığı aşk şiirleriyle gençlerin büyük beğenisini kazanan lirik bir şairdir. Önceleri aruzla yazdığı şiirlerinde dil Fecr-i Ati’nin diline yakındır. Heceye geçince dilinde de sadeleşme görülür. Faruk Nafiz’in ister hece ister aruzla yazdığı şiirlerinde ahengi bulabildiği görülür. Kelimeleri halkın konuşma dilinden almıştır. Bu da şiirlerinin kolay okunur ve zevk alınır olmasında etkilidir.

Milli Edebiyata geçtikten sonra halk şiirine ilgi göstermiştir. Onun Anadolu’yu adım adım gezip tanıdığı dönemde yazdığı şiirlerde büyük bir memleket sevgisi görülür. Bu çabasıyla o, dönemindeki diğer hececilerden ayrılır.

Asıl ününü şiirleriyle sağlayan şairin, Şarkın Sultanları, Gönülden Gönüle, Dinle Neyden, Çoban Çeşmesi, Suda Halkalar, Bir Ömür Böyle Geçti, Elimle Seçtiklerim, Akarsu, Akıncı Türküleri, Heyecan ve Sükun, Zindan Duvarları, Han Duvarları adlı şiir kitapları vardır.

Nesir alanında da eser veren sanatçının Yıldız Yağmuru, Ayşe’nin Doktoru adlı romanları vardır.

Faruk Nafiz tiyatrolarında oldukça başarılıdır. Canavar, Özyurt, Kahraman, Yayla Kartalı, Dev Aynası, İlk Gözağrısı önemli tiyatro eserleridir.

Enis Behiç KORYÜREK

Asıl mesleği doktorluk olan sanatçının ilk şiirleri Servet-i Fünun’un etkisindedir. Ziya Gökalp’in tavsiyesiyle heceyi denemiş ve özellikle kahramanlık şiirlerinde, milli felaketleri anlattığı şiirlerde başarılı olmuştur. Hecenin değişik kalıplarını denemiş ancak pek başarılı olamamıştır. Ayrıca serbest müstezattan etkilenerek serbest heceyi denemiştir.

Şairin Türk denizcilik tarihinden aldığı motiflerle süslediği Gemiciler şiiri döneminde çok beğenilmiştir. Şiirlerini Miras ve Güneşin Ölümü adlarıyla kitaplaştırmıştır.

Halit Fahri OZANSOY

Şiir, tiyatro, roman, edebi inceleme gibi türlerde eser veren sanatçı aruzla yazdığı Baykuş adlı şiirle adını duyurmuştur. Şiirlerinde bazen içli, duygulu, bazen coşkulu söyleyişler görülür. Yine aruzla yazdığı Cenk Duyguları adlı şiir dergisinde topladığı şiirlerle beraber heceye geçiş yapmış, ancak aruzdan ayrılması zor olmuştur. Hatta Aruza Veda adlı şiirinde bu ölçüyü terk etmeyi pek istemediğini de söylemiştir.

Şairin Gülistan ve Harabeler, Bulutlara Yakın, Balkonda Saatler, Paravan gibi şiir kitapları; Sönen Kandiller adlı heceyle yazılmış bir piyesi, Nedim adlı manzum tiyatro eseri vardır.

Olgunluk döneminde yazdığı Hep Onun İçin, Sonsuz Gecelerin Ötesinde, Hayalet, Bir Dolaptır Dönüyor adlı tiyatroları, Aşıklar Yolunun Yolcuları adlı romanı ve Edebiyatçılar Geçiyor, Eski İstanbul Ramazanları adlı anı türünde eserleri vardır.

Orhan Seyfi ORHON

Türk diline büyük hizmeti olan şair, uydurma Türkçeye başvurmadan gayet akıcı, uçarı bir dil kurmayı başarmıştır. Edebiyatla ilgisi gazetecilik yönüyle olmuş, ilk olarak Hıyaban isimli dergiyi çıkarmış, daha sonra değişik gazetelerde yazılar yazmıştır.

İlk şiirlerini aruzla yazan şair, heceye geçtiği dönemde bile aruzu tamamen bırakmamıştır. Heceyle yazdığı şiirlerde de oldukça başarılıdır. İlk ününü Fırtına ve Kar adıyla yazdığı serbest müstezat tarzı şiirle kazanmıştır. Heceye geçtiğinde yazdığı Peri Kızı ile Çoban Hikayesi ise hecenin ve Türkçenin güzel bir örneğidir. Şair burada heceyi kullanmakla beraber çoğu dizeyi aruzun heceye uyan kalıplarıyla söylemiştir. Bu Hikaye güzel bir masaldır. Bu masalda şair Oğuz Han, Turan gibi isimleri kullanmış, eski Türk tarihine dikkatleri çekmiştir.

Şairin ayrıca maniye benzeterek yazdığı güzel, akıcı dörtlükleri vardır. O, bir taraftan hece ile aruzu kaynaştırmaya çalışmış, bir yandan da hece ile gazeller yazarak türleri kaynaştırmayı amaçlamıştır.

Sanatçının diğer önemli yönünü mizah yazarlığı oluşturur. Akbaba dergisinde yazdığı fıkralar, hicivler, döneminde ilgi görmüştür.

Şairin Gönülden Sesler, İşte Sevdiğim Dünya adlı şiir kitapları, Fiskeler isimli nesir eseri, Dün – Bugün – Yarın adlı makalelerini topladığı eser, Düğün Gecesi adlı mizah ve hiciv eserleri vardır.

Yusuf Ziya ORTAÇ

Aruzla yazdığı şiirlerde pek yüksek bir başarı kazanamamış olan şairin heceyle gerçekten güzel şiirler yazdığı söylenebilir.

Şair büyük ölçüde Faruk Nafiz’in etkisi altındadır. Birçok şiirinde onun kullandığı benzetmelere yer vermiştir. Lirik şiirleri yanında Akından Akına, Cenk Ufukları adlı epik şiir kitapları vardır.

Lale Devri’ne ait bir tarihi olayı anlattığı Binnaz adlı piyesi de ilgi görmüştür. Bu eser heceyle yazılmıştır.

Yazar manzum mizahi hikayelerini Nikahta Keramet adıyla yayınlamıştır. Kürkçü Dükkanı, Şeker Osman adlı hikayeleri, Gök, Üç Katlı Ev adlı romanları vardır.

Yazarın en önemli özelliklerinden biri de sosyal hayatın gülünç taraflarını görüp, karikatürize etmesidir. Bu amaçla yazdığı birçok fıkrası vardır.

E – CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYATI

Aslında bu dönemi Milli Edebiyat’tan kesin hatlarla ayırmamız mümkün değildir.

Çünkü Milli edebiyat sanatçıları, Cumhuriyet’in ilk yıllarında en önemli eserlerini vermişlerdir. Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri, Refik Halit ve daha birçoğu Cumhuriyet’in ilk elli yılına damgalarını vurmuşlardır. Ancak Cumhuriyet’in ilanıyla ve çok hızlı bir şekilde yapılan devrimlerle, Türk aydını takip etmekte zorlandığı bir siyasi değişim yaşamıştır. Latin harflerinin kabulü, eski yazı ve yeni yazı kargaşası ortalığı karıştırmaya yetiyordu. İşte böyle bir ortamı öncekilerden ayırmak için 1923 yılını hala devam eden bir edebiyat döneminin başlangıcı olarak görmekte fayda vardır.

Cumhuriyet dönemi edebiyatı da kendi içinde bölünerek incelenir. Ancak biz bunlara girmeden bu yeni edebiyatın belirgin özelliklerini görelim.

Cumhuriyet edebiyatının temelinde İstiklal Savaşı ve Atatürk devrimleri vardır. İster şiir, ister roman, ister hikaye olsun çoğu eser bu iki konu ile doğrudan ya da dolaylı olarak irtibatlıdır. Milli duygu ve heyecanı geliştirmeye yönelik bu çabalar elbette Milli edebiyatın bir devamı olacaktır.

Milli edebiyatla başlayan halka inme, Anadolu’yu tanıma çabası, Cumhuriyet’te ana ilkelerden olmuş, Türk halkının her kesimi edebiyata girmiştir. Artık edebiyat, İstanbul’un sınırlarını tamamen aşmıştır.

Yeni kurulan devlet, elbette bazı devrimlerini halka tanıtmak, benimsetmek istiyordu. Cumhuriyet dönemi sanatçılarının en önemli görevlerinden biri işte bu tanıtma olmuştur. Sanatçı, siyasetle halk arasında bir köprü olmuş, devrimleri yorumlamış, açıklamış ve savunmuştur.

Yeni dil ve eski dil tartışmaları Cumhuriyet’le noktalanmış, siyasi güç, olayı tekeline almış ve Türk Dil Kurumu’nu kurarak dilde geri dönülmez bir yenileşme yoluna girmiştir.

Ancak bu, bazen çok aşırıya gitmiş, Türkçe halkın anlayamadığı yabancı bir dil haline getirilmiştir.

Cumhuriyet’ten önce sadece sempati duyulan Türk Halk sanatları ve folklörü ön plana alınmış, öncekilerin küçümsediği Karacaoğlan’ın, Yunus’un tarzı örnek alınmıştır. Artık harf benzerliği de kurulan Batı edebiyatı daha yakından takip edilmiş, Türk edebiyatı Batı’nın tüm edebiyat yeniliklerini, akımlarını uygulamaya çalışmıştır.

Şimdi bu dönemde edebi türlerde görülen değişiklikleri inceleyelim.

ŞİİR

Cumhuriyet döneminde şiir başlangıçta Milli edebiyatın şiir anlayışından farklı değildir. Çünkü Milli edebiyatın en güçlü sanatçıları bu dönemde yaşıyor hala eser veriyordu. Hatta Ahmet Haşim, Cenap Şehabettin gibi Servet-i Fünun’un şiir anlayışını sürdürenler, Mehmet Akif gibi bağımsız şairler de şiir yazmaya devam ediyorlardı.

Cumhuriyet döneminin önceki dönemden bağımsız şekilde gelişen ilk şiir hareketini “Yedi Meşaleciler” gerçekleştirmişlerdir. “Canlılık, samimiyet ve daima yenilik” ilkesiyle ortaya çıkan bu grup çok fazla bir yenilik getirememekle birlikte yeni bir soluk olmuştur yeni şiirimiz için.

Bu arada şiirin konularında bir genişleme de olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nı, yeni devleti, Atatürk’ü işleyen şiirler yazılmış, özellikle Atatürk’ün ölümü birçok şairin onunla ilgili şiirler yazmasına neden olmuştur.

Bunlara rağmen Cumhuriyet şiirinde asıl biçimsel değişme 1940’lı yıllara kadar gerçekleştirilememiştir.

1941’de bir araya gelen üç genç, Garip adlı kitapta ölçüyü, kafiyeyi, nazım şeklini reddetmiş, şiirin sıradan insanı anlatması gerektiğini savunmuş, asırlardır devam eden kuralcılığa baş kaldırmıştır. Bu, Türk şiirinde büyük bir devrim olarak görülmüştür. Grup kısa zamanda dağılsa bile etkileri günümüze kadar gelmiştir.

1955 yılında ise “İkinci Yeni” şiir akımı oluşur. Bu akım bilinç altına, soyutlamalara, imgelere yönelmiştir. Ancak bu akımı benimseyenler de tam bir görüş birliği içinde değildir. Çoğu kendilerini her gün yenilemekte, boyuna değişen şiirler vermekteydiler.

Bunların yanı başında yine heceyle yazanlar, aruzla yazanlar, toplumcu şiirler verenler, yurt güzelliklerini, halkımızın sorunlarını dile getiren şairler de bulunmuştur.

Kısaca Cumhuriyet dönemi Türk şiiri ister biçim ister içerik yönüyle olsun çok geniş bir yelpazede değerlendirilebilir.

ROMAN VE HİKAYE

Cumhuriyet döneminin başlarında, tıpkı şiirde olduğu gibi roman ve hikayede de Milli edebiyat sanatçılarının etkili olduğu görülür. Cumhuriyet dönemine özgü roman ve hikaye ise yine 1940’lı yıllardan sonra başlar. Bu dönemde ortaya çıkan toplumcu gerçekçi romanlar, işçilerin, köylülerin hayatını konu almış ve yönetenleri zalim, yönetilenleri mazlum gösteren ideolojik bir yapıya bürünmüştür. Hatta böyle davranmayan romancılar aşağılanmış, sanatçı sayılmamıştır. Ancak bunun yanında Peyami Safa’nın psikolojik romanları, nitelikli roman örnekleri olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.

Hikaye alanında ise oldukça başarılı sanatçılar yetişmiş, günlük hayatı işleyen hikayelerin yanında tarihi hikayeler de yazılmıştır.

Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de Batıda olduğu gibi bizde de sanatçının ödüllerle değerlendirilmesinin gelenek halini almasıdır. Sait Faik Hikaye Armağanı, Türk Dil Kurumu ödülleri vs.

Şimdi Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak edebiyatçılarımızı tanıyalım:

YEDİ MEŞALECİLER

Cumhuriyet döneminin başlarında bir araya gelen tek topluluktur. Yeni bir edebiyat kurmak, Batı edebiyatını takip etmek, özgün şiir oluşturmak adına çıkmışlar, ancak Beş Hececilerin takipçileri olmaktan kurtulamamışlardır. Bu sanatçılar, Sabri Esat Siyavuşgil, Vasfi Mahir Kocatürk, Yaşar Nabi Nayır, Cevdet Kudret, Kenan Hulusi, Muammer Lütfi, Ziya Osman Saba’dır. Bunlar arasında en dikkate değer isim Ziya Osman’dır.

Ziya Osman SABA

Sanatçı, şiirlerinde çocukluk özlemi, anılara düşkünlük, ev, aile sevgisi, yoksul yaşamlara karşı utanç duyma ve acıma, Allah’a kulluk, kadere boyun eğiş, küçük mutluluklarla yetinme, ölümün yakınlığı, öte dünya özlemi gibi bireysel konuları işler.

Dili gayet sade ve açıktır. 1940’a kadar hece ölçüsünü kullanmış, bu dönemden sonra serbest şiirler de yazmıştır.

Şiirlerini Sebil ve Güvercinler, Geçen Zaman, Nefes Almak adlarıyla kitaplaştırmıştır. Bunun yanında hikaye kitapları ve Goncourt Kardeşler’den roman çevirileri de yapmıştır.

Cevdet KUDRET

Başlangıçta gençlik dönemindeki şiir anlayışının dışına çıkmadan hece ölçüsüyle, bireysel duygularını ve karamsar iç dünyasını dile getirmiş, sonra ölçüsüz fakat uyaklı şiirler yazmıştır.

Kendi yaşamını da yansıttığı roman, öyküleri ve oyunları yanında onu daha çok tanıtan yapıtları, inceleme – araştırma eserleridir.

Eleştirel bir yöntemle açıkladığı konuları, gelecek kuşaklar için hem aydınlatan hem tartışılabilecek olan bilgi kaynaklarıdır.

Cevdet Kudret Türkçenin sadeleşmesini istemesine rağmen “Dilleri Var Bizim Dile Benzemez” adlı eserinde özleştirmenin sınırlanmamasının doğru olmayacağını, yüzyıllardır kullanılan yabancı sözcüklere karşılıklar bulmanın, ölü sözcükleri diriltmenin yararsız olacağını savunmuştur.

Birinci Perde adlı şiir kitabı; Tersine Akan Nehir, Rüya İçinde, Kurtlar adlı oyunları; Süleyman’ın Dünyası adı altında topladığı romanı; Sokak adlı öykü kitabı; Örneklerle Edebiyat Bilgileri, Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman, Orta Oyunu adlı inceleme eserleri, Türk Edebiyatı adlı ders kitapları vardır.

Yaşar Nabi NAYIR

Edebiyatımıza Yedi Meşalecilerle birlikte şair olarak girdi. Zamanla bütün edebi türleri denedi.

Roman yazdı, manzum destan yazdı, inceleme ve gezi kitapları çıkardı, makaleler, fıkralar yazdı.

Ancak edebiyatımızda bunlarla değil yayıncılığıyla unutulmayacak olan sanatçı, asıl ömrünü verdiği Varlık dergisiyle anılacaktır. Onun adıyla özdeşleşen en önemli yapıtı hiç kuşkusuz kırk sekiz yılını verdiği bu dergidir.

Şiirleri yazıldıkları dönemin biçim özelliklerini yansıtır. Ancak çevreyle ilişkileri olmayan, insan ve toplum üzerinde gözlemlere dayanmayan şiirlerdir bunlar. Yazarın iç dünyasını yansıtmaktan da uzaktırlar.

Kahramanlar, Onar Mısra adlı şiir kitapları; Bir Kadın Söylüyor, Adem ile Havva adlı romanları; İnkılap Çocukları, Köyün Namusu adlı oyunları; Atatürkçülük Nedir, Dost Mektupları gibi inceleme eserleri vardır.

Vasfi Mahir KOCATÜRK

Halk şiirlerinin biçimsel özelliklerinden yararlanarak hece ölçüsüyle ulusal, epik, lirik şiirler yazmıştır. Manzum oyunlar da denemiş olan Kocatürk, bir sanatçı olmaktan çok, edebiyatla ilgili kitap ve araştırmalarıyla tanınmıştır.

Tunç Sesleri, Geçmiş Geceler, Bizim Türküler, Ergenekon adlı şiir kitapları; Yaman, Sanatkar adlı oyunları; Yeni Türk Edebiyatı, Divan Şiiri Artolojisi, Türk Edebiyatı Tarihi adlı araştırma inceleme eserleri vardır.

Sabri Esat SİYAVUŞGİL

Fotoğraf gözlemciliğiyle çevresini gözler ve izlenimlerini şiirine aktarır. Ancak Yedi Meşaleciler içinde başladığı şairliğe daha sonra veda eder ve daha çok çevirilerle ve inceleme yazılarıyla edebiyat hayatına devam eder.

En güçlü yanı çevirilerinde görülür. Ancak kendisi mesleğinin psikoloji olduğunu ve mesleğine sadık kalabilmek için sevmesine rağmen şiir yazmadığını söylemiştir.

Odalar ve Sofalar adlı şiir kitabının yanında inceleme eserleri ve roman çevirileri vardır.

•  •  •

Nurullah ATAÇ

Edebiyatımıza eleştirileriyle büyük bir canlılık getirmiş olan yazar, yeni bir nesir dilinin kurulmasına da öncülük etmiştir. Özellikle yeni sözcükleri savunması yazılarında kullanması, onların yerleşmesini sağlamıştır. O dönemlerde tartışılan konuşma dili mi arı Türkçe mi tartışmalarında o ateşli bir şekilde arı Türkçeyi savunmuştur. Ataç’a göre halk tarafından benimsenmiş olsa bile kökü bilinmeyen bütün sözcükleri Türkçeden atmak gerekir.

Dildeki bu arı Türkçe fikrinde Ataç’ın çok samimi olduğunu söylemek güçtür. Çünkü bunun yanında liselere Yunan ve Latin dili derslerinin konmasını ve böylece dilimize bu dillerden sözcük girmesinin sağlanmasını ister. Dolayısıyla onun savaşı yabancı sözcüklere değil Arapça ve Farsça sözcüklere karşıdır.

Ataç yazı dilinin halka yaklaşmasını istemez. Ona göre yazarlar halka ulaşmaya çalışmak yerine halka yeni sözcükler öğretmelidir. Hatta bir an önce bütün Arapça, Farsça sözcüklerin karşılıklarının uydurulmasını ister.

Yazarın, sağlam bir üslubu vardır. Konuşur gibi yazar, özellikle devrik cümle kullanır. Böylece yazıya akıcılık getirir. Anlatımı rahat ve inandırıcıdır.

Yazar, sanat hayatına şiirle başlarsa da onun gücü nesirlerindedir. Özellikle deneme tarzını kullanmış ve bu türde başarılı olmuştur. Yazılarını Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Okuruma Mektuplar adlarıyla yayımlamıştır.

Falih Rıfkı ATAY

Türkçeyi en iyi kullanan usta yazarlardandır. Süssüz, yapmacıksız, ama son derece çekici bir üslubu vardır. Konuya doğrudan doğruya girer, ne demek istediğini en uygun sözcükleri seçerek, en kestirme yoldan açıklar. Türkçenin bugünkü ifade gücüne ulaşmasında payı büyüktür. O, ölünceye kadar Atatürk devrimlerinin ön safında canla başla çalışmış, güçlü kalemini Atatürk’ün emrinde kullanmıştır.

Falih Rıfkı, aslında fıkra ve makale yazarı olmasına rağmen edebiyatımızda gezi yazılarıyla tanınmıştır. Kısa cümleli, fikir yüklü yazıları, akıcı ve kuvvetlidir. Falih Rıfkı, meşrutiyet döneminde Ziya Gökalpçi, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolucu, savaştan sonra Atatürkçü’dür. Dilde sadeleşmeye gitmesine rağmen halk dilinden ayrılmamış, uydurma kelimelere pek rağbet etmemiştir.

Eserleri arasında gezi yazıları önemli bir yer tutar. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Suriye ve Filistin’deki savaş anılarını anlattığı Ateş ve Güneş; Brezilya’yı anlatan Deniz Aşırı; Londra’yı anlattığı Taymis Kıyıları önemlidir. Bunlardan başka Zeytindağı, Bizim Akdeniz, Tuna Kıyıları, Hind, Yolculuk Defteri adlı gezi yazıları vardır.

Atatürk’ün sözcülüğünü yapan yazar, onunla ilgili anılarını Çankaya adıyla kitaplaştırır. Ayrıca Babanız Atatürk, Atatürk’ün Hatıraları, Atatürkçülük Nedir, Bayrak gibi eserleri de vardır.

Memduh Şevket ESENDAL

Modern hikayeciliğimizin öncülerindendir. Ömer Seyfettin’le aynı yıllarda hikayeler yazmasına rağmen bunları Cumhuriyet’ten sonra yayınlamıştır. Siyasetle sürekli iç içe olan sanatçı, edebi kişiliğiyle siyasi kişiliğini karıştırmamak için birçok eserini değişik takma adlarla yayınlamıştır.

Esendal, hikayecilerimiz arasında en karışık, en dolambaçlı meseleleri bile sadelik ilkelerinden vazgeçmeden anlatabilen en başarılı sanatçıdır. Bu yönüyle modern hikayenin kurucusu Çehov’a benzer. Gündelik yaşayışın içinden konuları rahatça çıkarır. Bu yönü, ağır konulara değer veren çağdaşlarınca pek basit bulunmuş, ancak değeri sonradan anlaşılmıştır.

Onun hikayelerinin bir başka özelliği de, olayı geçmiş zamana aitmiş gibi değil, şimdi oluyormuş gibi anlatmasıdır. Açıklama yolunu bırakıp yaşama yolunu seçmiştir. Seçtiği kişiler öylesine canlı, öylesine gerçektir ki her an karşılaşabileceğimiz biri gibi gelir bize.

Esendal küçük insanların, büyük davalar peşinde koşmayanların, orta halli kişilerin, memurun, emeklinin, ev kadınlarının hikayecisidir.

Yazar, özellikle hikaye ve roman alanında çalışmıştır. Hikayelerini Otlakçı, Mendil Altında, Temiz Sevgiler, Ev Ona Yakıştı adlarıyla yayınladı. Yıkılan bir düzenden yeni toplum düzenine geçişi anlatan Ayaşlı ve Kiracıları ve Vassaf Bey adlı romanları vardır.s

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Doğru saydığı düşüncelere tutkuyla bağlanan, ancak en büyük tutkusu şiir olan sanatçının en çok önem verdiği nitelikse içtenliktir.

Sanatçının yapıtlarında, ölçüden, uyaktan yoksun, yalnız dizelerin sıralandığı şiirlerden tutun, hece dizeleriyle, dörtlük, beşlik gibi kümeler halinde düzenli uyakları bulunan şiirlere de rastlanır.

Yazar, bazen oldukça katı bir öztürkçeci kesilir. Karşılık bulamadığı kavramlara kendinden kelimeler türetir. Dillerin arınmasını, ulusların hayal dünyalarının büyümesi olarak algılar. Şiirlerinin kimisi oldukça açık ve yalın, kimisi de sembol yüklüdür. Bazen kapalılığa büyük önem verdiği olur.

Sanatçı, birçok şiir kitabı yayımlamıştır. Çocuk ve Allah, Dört Kanatlı Kuş, Asu, Hoo’lar, Aylam, Haydi adlı kitaplardaki şiirlerin çoğu soyut, kapalı şiirlerdir. Epik tarzda yazdığı, Çakırın Destanı, Üç Şehitler Destanı, Samsun’dan Ankara’ya, Kubilay Destanı adlı şiirleri ünlüdür.

Ahmet Hamdi TANPINAR

Edebiyatın birçok dalında eser veren sanatçılarımızdandır. Hemen tüm eserlerinde, zaman üzerinde durur. Romanda özel bir başarı gösteren sanatçı Batı’daki gelişmeleri yakından izlemiştir. Romanlarında Doğu ve Batı kültürlerinin kaynaştığı görülür. Bu kaynaşma hem histe hem fikirde hem de sanatlarda kendini gösterir.

Romanlarında hitabete, nutuğa, telkine yer vermez. Yapmacıksız, uydurmasız, konuşma diline has bir sözcük seçimiyle eser yazar. Teşbih ve istiarelere bol yer vermişse de bunlar gereksizmiş hissini vermez. Tanpınar’ın düşünce ve hayalle başkalaşan gözlemlerinin dolaştığı İstanbul sokakları, camileri, çarşıları, harabeleri özellikle mütareke yıllarının sıkıntıları, maddi, manevi yıkımları içinde geçmiş olan gençlik çağı, romanını zevkli kılan sebepler arasındadır.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında Cumhuriyet döneminde değişen insanın iç buhranlarına değinir. Bu bunalımları anlatırken, yazarın o dönemde Avrupa’da yaygın bir akım olan Egsiztansiyalizm akımından etkilendiği görülür.

Huzur romanı ise başkahraman Mümtaz’ın tasaları, duyuşları, düşünce ve rüyaları etrafında dönmektedir. Bir kültür bunalımının sancıları ve sıkıntıları içinde bunalan kişiler, gerçek ile rüya arasında gider gelir.

Tanpınar’da rüya çok önemlidir. Hemen tüm eserlerinde rüyaya geniş yer verir. Rüyayı insanı rahatlatan önemli bir etki olarak görür. Aynı özellikler Mahur Beste, Aynadaki Kadın, Karşı Karşıya romanlarında da vardır.

Sanatçının rüyaya verdiği önemi Abdullah Efendi’nin Rüyaları adındaki hikayelerinde de görürüz. Biraz sürrealizmden izler taşıyan hikayeler, yazarın gerçeklerden kaçışını da ifade eder.

Şiir alanında da önemli çalışmaları bulunan Tanpınar, kendi şiir dilini, rüya nazmının hakim olmasını istediği bir estetiğin içinde aramıştır. Şiirlerindeki bazı söyleyişlerde sembolist izler görülür.

Biçim olarak belli bir kalıba bağlı kalmayan sanatçı, şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmış, onda aruz sesi bulmaya çalışmıştır. Şiirlerinde gerçekten kaçar, dinleniklik, sessizlik arar. Bunu da rüyalarda ve musıkide bulur. Şiirlerinde toplum değil “ben” vardır. Dış dünya değil, şuuraltı sezilir.

Tanpınar’ın deneme ve makaleleri de vardır. Özellikle Beş Şehir adlı eserinde Ankara, Erzurum, Bursa, Konya, İstanbul’un tabiatından kültürüne kadar tanıtıldığı görülür. Makalelerini Yaşadığım Gibi adıyla kitap haline getirmiştir.

Edebiyat tarihi alanında da çalışmaları bulunan sanatçı 19. Asır Tür Edebiyatı Tarihi’ni yazmıştır. Değişik yazarlarla ilgili biyografiler, mektuplar da bırakan Tanpınar döneminin yeri doldurulamaz bir sanatçısıdır.

Mithat Cemal KUNTAY

Şiirlerinde aruz, geleneksel nazım biçimleri ve uyaklar dışında, sözcüklerin yinelenmesi ve alliterasyonlarla uyum sağlamaya çalışan Kuntay, söyleyişlerinde klasik şiirimizden kalma kimi deyiş ve örgüden yararlanarak coşkulu olmak ister. Daha çok yurt sevgisi konularını işler.

Sanatçı, şiirlerinden çok, ilk kez 1938’de yayımlanan Üç İstanbul romanıyla adını duyurmuştur. Kişilikleri başarıyla çizilen roman kahramanları Adnan’la Belkıs’ın çevresinde gelişen olaylar, toplumsal tutku ve düşüncelerle yansıtılır. İstanbul’un birbirini izleyen üç dönemini bütünüyle yansıtmak isteyen yazar gözlerini hep kokuşmuşluğa dikmiştir. Yalnız kişisel çıkarları peşinde koşanlar, ikiyüzlüler, jurnalciler vs.

Şiirlerini Şehname adlı kitapta toplamıştır.

Ahmet Kutsi TECER

Beş Hececilerden sonra heceye yeni ses ve söyleyiş imkanları getiren Tecer, Faruk Nafiz’in yolundan yürümüştür. Önceleri bireysel şiirler yazmış daha sonra memleket şiirlerine yönelmiştir. Hatta bunu bir anlamda köy şiiri olarak gördüğü söylenebilir.

Folklorün ve aşık tarzı söyleyişin o dönemdeki en önemli destekleyicisidir. Hatta Aşık Veysel’i keşfedip edebiyata kazandıran da odur.

Ahmet Kutsi’nin Koçyiğit Köroğlu, Köşebaşı, Bir Pazar Günü, Satılık Ev gibi tiyatro eserleri de vardır. Bunların kimisi konusunu köy ve şehir folkloründen almış, kimisinde ortaoyunu tekniği kullanılmıştır. Köşebaşı’nda bir eski İstanbul mahallesini bütün havası, kişileri, töreleri ile tanıtır. Koçyiğit Köroğlu’nda ise, ünlü destan kahramanı, hem maceraları hem de insanlığı ve içtenliğiyle tanıtır.

Şiirlerini Şiirler adlı kitabında toplamıştır.

Ahmet Muhip DRANAS

Çağdaşları arasında Fransız sembolistlerinin ilham ve duyuşlarına en çok yönelen sanatçıdır. Az fakat seçkin şiirleriyle dikkati çeker. Hece ölçüsündeki durakları kaldırarak hece veznine yeni bir anlatış getiren sanatçı, on iki on üçlü kalıplar kurmuştur. Söyleyişinde Baudlaire’nin açık etkisi görülür. Hatta onun şiirinden çeviriler yaptığı, böylece söyleyişini taklit ettiği söylenmiştir. Bunu sembollere, masallara bağlı kalmasında da görüyoruz. Sembolistlerde olduğu gibi üç dört satır süren cümleler kurduğu görülür. Kafiyeleri dikkatli ve olgundur.

Dranas asıl gücünü Ağrı, Olvido, Dağlara gibi destansı şiirlerinde gösterir. İlk şiirlerindeki ince ve hayali kadınlar, yerini zamanla Fahriye Abla’ya bırakır.

Şiirde biçim kurallarına sımsıkı bağlıdır. Sanatı, bir ruh disiplini olarak gösterir. Biçimi ise bir disiplinin yansıması diye niteler. Şiirde Anadolu ağzına özgü söyleyişleri ilk kullanan da odur.

Sanatkarlığını, şiir alanında kullanan sanatçı şiirlerini Şiirler adlı eserinde toplamıştır.

Cahit Sıtkı TARANCI

Hececi şiir geleneğini sürdürenlerdendir. Şiirlerinde sürekli bir sıkıntı, hoşnutsuzluk, bıkkınlık sezilir. Haşim gibi o da kendinin çirkinliğinden, sevilmediğinden şikayetçi olur. Şiir onu hayata bağlayan tek yoldur sanki.

Şiirlerinde ölüm korkusuna çok yer verir. Ölümü bir türlü kabullenemez. Hayatın bir gün yok olacağı düşüncesi onu perişan eder. Tüm huzurunu kaçırır. Şiirinde kendinden başkası görülmez, oldukça kişiseldir.Şiirlerinde hece ölçüsüne, kafiyeye son derece bağlı kalmış ancak serbest şiirlere karşı da çıkmamıştır. Şiirde ses güzelliğine değer verir. Şiirin bir kelime işi olduğunu, duygunun, fikirlerin, buluşların sonradan geldiğini savunur.

Şairliği meslek edinen sanatçı, şiirlerini Ömrümde Süküt, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel adlarıyla bir araya toplamıştır.

Şiir hakkındaki görüşlerini değişik makale ve denemelerle gazetelerde açıklamış olan sanatçının, arkadaşı Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplar da yazarı tanıma açısından önemlidir.

Abdülhak Şinasi HİSAR

O hep geçmişte yaşayan biridir. Eserlerinde çoğu zaman anılarını dile getirir. Eserlerini anlaşılması pek güç olmayan, iç içe cümlelerle yazar. Çocukluk yıllarında, Boğaziçi’nde geçen gençlik anılarına sıkı sıkıya bağlı olduğu için, çevresini saran büyük toplum olaylarına, savaşlara, devrimlere ilgisiz görünür. Eserlerinde çoğunlukla hayatın geçiciliği, hiçliği, her şeyin bir gün yok olacağı görüşünü yansıtır.

Onun eserlerini her yönüyle İstanbul oluşturur. Eski köşkleri, yalıları, mehtapları, saz alemlerini, paşaları, beyleri çekici üslupla, şaşırtıcı bir gözlemle anlatır.

Boğaziçi Mehtapları ile edebiyatımızın en güzel mensur şiirlerini vermiştir. Ona göre Boğaziçi ancak şiirsel bir üslupla anlatılabilir.

Yazar, anı, makale, monoğrafi, hikaye, roman türlerinde eserler verdi. Fahim Bey ve Biz romanında, Fahim Bey’in evini, çevresini, memurluklarına dair türlü hayat aşamalarını, garip huylarını kimseye benzemeyen yanlarıyla anlatmıştır.

Çamlıca’daki Eniştemiz romanında Deli Enişte denilen Hacı Vamık Bey’in acayip hayatını anlatmıştır.

Boğazla ilgili diğer eserleri İstanbul ve Boğaziçi Yalıları adlarını taşır.

Eserlerindeki titizlik, hüzün, hayal alemine sığınma sanatçının hayatında da görülür. O, hayatı boyunca mikrop kapma korkusuyla yaşamıştır. Bu nedenle, pişirilmediği için meyve yemez, evinden başka bir yerde yatmaz, şoförünün kılık kıyafetini beğenmediği taksilere bile binmezdi.

Kemalettin KAMU

Şiirlerini çoklukla 7’li, 11’li, 14’li hece kalıplarıyla yazar. Kafiyeleri uyumlu, söyleyişi yalın ve içtendir. Kişisel duyarlılığını yurtseverlik coşkusu içinde dile getirmiştir.

Genç yaşta memleketten göç etmek zorunda kalışı onda derin bir gurbet duygusu uyandırmış, bu nedenle çoğu şiirinde gurbet ve ayrılık duygularını işlemiştir. Hatta şiirlerinde görülen duygusallığı bile buna bağlamak mümkündür. Bu yüzden birçok şiirinde gurbet temasına rastlanır.

Ona bu yüzden “gurbet şairi” diyenler de olmuştur.

Hicret, Bingöl çobanları adlı şiirleri ünlüdür.

Halikarnas BALIKÇISI

Asıl ismi Cevat Şakir Kabaağaçlı olan yazarımız, deniz edebiyatının ünlü hikaye ve romancısıdır. Halikarnas Balıkçısı bir yeni çığırdır, bir güzel düşüncenin başlangıcıdır bizim için. Anadolu’nun eski uygarlıklarını, bilinmezliklerini, Anadolu’yu, Anadolu insanını, kendimizi onlarda bulacağımızı, ilk uygarlık ürünlerinin, gerçek düşüncenin, bilimin Anadolu topraklarında filizlendiğini, boy attığını ondan öğrendik. Eski Anadolu insanı ile günümüz insanı arasında kopmayan, için için sürüp giden güçlü bir bağın bulunduğunu bize o anlattı.

Anadolu’nun her bucağında canlı bir öykünün bir mitolojinin (efsane) yaşadığına inanır. Hikayelerinde sular konuşur, ırmaklar söyleşir, pınarlarla denizler gülüşür. Onun dünyasında ağa, paşa, bilgin, soylu, gibi yalancı ayrışmalar değil, yaşayan her tür insan vardır. Bu bakımdan o hümanisttir.

Yazı hayatına gazetelere yaptığı çevirilerle giren sanatçı, yaptığı bir çeviri yüzünden İstiklal Mahkemeleri’ne düşmüş ve ceza olarak Bodrum’a sürülmüştür. Bütün hikaye ve romancılığı orada başlar. Romanlarının tümünde Ege’yi ve oranın insanlarını anlatır.

Sanatçının en tanınmış eserleri Aganta Burina Burinata, Ötelerin Çocuğu, Uluç Ali Reis, Turgut Reis, Deniz Gurbetçileri adlı romanları, Ege Kıyılarından, Merhaba Akdeniz, Egenin Dibi, Gülen Ada adlı hikaye kitapları, Anadolu Efsaneleri, Anadolu Tanrıları adlı mitolojik eserlerdir.

Sait Faik ABASIYANIK

Hikayeciliği meslek edinen ve modern Türk hikayeciliğinin en önemli temsilcilerinden biridir. Özellikle denizle ilgili hikayelerinde başarılıdır. Hikayelerinde serim-düğüm-çözüm gibi klasik bölümler bulunmaz. En küçük bir olayı bile hikayeleştirebilir.

Sait Faik, gözleme değer vermiş, olayları, kişilerin davranış ve konuşmalarını gözlemlerine dayanarak sergilemiştir.

Yaşamı gibi anlatımında da özgürlüğü yeğlemiştir. Dil ve anlatımdaki kimi cümle ve sözlerde kurallara uymama, yabancı ve uygunsuz sözcükleri seçme onun bu yönüne verilebilir. Bunlara bir de görünüşte realist olan yazarın psikolojik tahlillerde sürrealist bir çizgiye varması da eklenebilir.

Yazar, hayatı bir bütün olarak kavramak ve anlatmak istemiştir. İnsanın yaşadığı, yaşayabileceği hiçbir duyguya kapalı kalmamıştır. Her duyguda sevginin taşıyacağı gerçek ahlakı savunmuştur. Yaşadığının bedelini ödeyen bir insanın onurlu ahlakını savunmuştur.

Hikayelerindeki şahıslar görünüşleriyle iç dünyaları farklı kişilerdir. Sert, aksi, donuk, nüfuz edilemez görünmek isterler. Ruhlarının derinliklerinde ise çocukluğu, temizliği, yakınlığı saklarlar.

Yazar, İstanbul’un sokaklarında, meydanlarında dolaşır, kahramanını arar. Onu kalabalıkların içinde, köşebaşı kahvesinde, yolcu vapurlarının güvertesinde bulur. Onun yaşam yollarını kendi düşüncelerinde bulur. Okuyucuyla yazar arasında bir dostluk kurulur öykülerinde. Bunu, sıcak dili ve onlardan biri olduğunu göstererek başarmıştır.

Edebiyatımıza birçok hikaye kazandırmıştır. Semaver hikayesinde bir fabrika işçisinin basit hayatını anlatır. Şahmerdan ve Sarnıç hikayelerinde Adapazarı’ndan, Avrupa’daki günlerinden izlenimler yer alır. Son Kuşlar’da kuş avcılığını meslek edinen acımasız bir Rum’dan söz eder. Diğer hikayeleri Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Kumpanya, Havada Bulut, Alemdağ’da Var Bir Yılan adlarını taşır.

Yazarın ayrıca Medar-ı Maişet Motoru, Kayıp Aranıyor adlı romanları da vardır.

Şiir türünde de eser veren sanatçının şiirleri serbest biçimdedir ve biraz sürrealisttir.
Şimdi Sevişmek Vakti adlı şiir kitabı vardır.

Sabahattin EYÜBOĞLU

Kültür dünyamızda benzerine kolay rastlanamayacak kişiliklerden biriydi. Onun önemi geride bıraktığı yapıtlarından çok, kişilik özellikleri, çalışma biçimiyle benzersiz oluşuydu.

Sanatsal yaratıcılığın, kaçınılmaz olarak bireyciliği öne çıkarmasına karşın o kendini birey olarak öne çıkaracak eylemlerden geri durarak, ileri adımları hep başkalarıyla birlikte, yanına o işin kimi zaman heveslilerini, kimi zaman ustalarını alarak gerçekleştirmeyi yeğledi, paylaşmadan aldığı tatla…

Sabahattin Eyüboğlu bir şairdi. Kendini şiire verse, çağdaş şiirimizin önemli adlarından biri olurdu, ama hiç şiir yazmadı. İçindeki şiir, yaptığı şiir çevirilerinde, düz yazılarında ortadadır. Sabahattin Eyüboğlu, bir deneme – eleştiri ustasıdır.

Ele aldığıkonuları, berrak, ışıldayan bir Türkçeyle, okumanın bir güzellik, bilginin bir gereksinim olduğunu duyurarak işlemiştir.

Gelgelelim yaşamı boyunca yayımladığı, Mavi ve Kara adlı incecik bir kitaptan başka deneme kitabı yayımlamamış, çoğu gazete ve dergi sayfalarında kalan deneme yazıları ölümünden sonra bir araya getirilerek yayımlanabilmiştir.

GARİPÇİLER

1940 sonrası Türk şiirinde önemli izler bırakan Garip akımını Orhan Veli kurar. Ona Oktay Rıfat ve Melih Cevdet destek verir.

Bu akıma göre şiirde basitlik ön plandadır. Şiir hayata yaklaştığı sürece başarılıdır. Vezin, kafiye, nazım şekli şairin elini kolunu bağlayan gereksiz unsurlardır. Şiir serbest olmalı hayatın canlılığını yansıtmalıdır. Şiirin ahengini sağlayan, bu bağlar değil sözcüklerdir. Şiirde mecazlı söyleyişlerden kaçınılmalıdır. Sanatlar, şiire bu zamana kadar bir şey kazandırmamıştır. Şiir, yüksek zümrenin malı olmaktan çıkarılmalıdır. Yeni şiirin beğenisi mutlu sınıfı oluşturanların değil bir lokma ekmek için didinenlerin şiiridir. Onlara hitap edecektir.

Şiiri en öz, en yalın halde bulmak için bilinç altına yönelen Garipçiler kendilerinin sürrealist akıma yaklaştığını söylemişlerdir.

Garipçilerin şiir anlayışları şiir dünyasına bomba gibi düşmüş, eleştirenler olduğu gibi destekleyenler de olmuştur. Ancak şiirin bu kadar basit olmadığını savunanlar sonunda haklı çıkmış, önce Oktay Rıfat ve Melih Cevdet kapalı, imgesel şiire yönelmiştir.

Orhan Veli KANIK

Şiir görüşlerini yukarıda söylediğimiz sanatçı, şiirlerinde sağladığı ahenkle etkili olmuştur. Süleyman Efendi’nin nasırıyla ilgili şiiri alay konusu olmuş, o ise bunun Sultan Süleyman’a yazılanlardan farklı olmadığını savunmuştur. Onun şiirlerinde yaşayışındaki avarelik görülür.

Ölümünden sonra “Bütün Şiirleri” adıyla yayınlanan şiirleri, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi, Karşı adlarıyla yayınlanmıştır.

Bunların dışında manzum olarak yazdığı La Fontaine Masalları, Nasreddin Hoca Hikayeleri vardır. Düzyazılarının çoğu Yaprak dergisinde yayınlanmıştır. Tercüme şiirleri de vardır.

Oktay RIFAT

Şiiri toplum dertlerine çare arayan bir uğraş olarak görür. Orhan Veli’nin ölümünden sonra halk için sanattan biraz ayrıldığı görülür. Folklora, halk deyimlerine yer verir. Fabllere yönelir.

Şiirlerinde çocukluk anılarına ve çocuksu duygulara büyük yer veren sanatçıda realist ve sürrealist çizgiler birliktedir.

Şiirden başka tiyatro alanında da eserler veren sanatçının Kadınlar Arasında adlı eserinde mirasyedi bir paşa oğlunun yoksul bıraktığı annesi konu edilir. Oyun İçinde Oyun adlı tiyatroda ise Karagöz ve Ortaoyunu’ndan alınan konuları işlemiştir. Bunların dışında oynanan ancak yazıya geçirilmeyen eserleri de vardır.

Melih Cevdet ANDAY

Biçim ve içeriğiyle çok değişik özellikler gösterir. 1940’ların açık anlaşılır dili, 1950’lerden sonra imgelerle yüklü kapalı bir dil halini alır. Sözcük seçiminde dil devrimi ilkelerine uyar ve gerektiğinde kendisi sözcük üretir.

İlk şiirlerinde görülen romantik özelliklerden sıyrılarak, şiiri duygulardan çok aklın egemenliğe, güzel günlerin özlemine bırakır. Söz oyunlarından kaçar, yalın bir dili işler. Düzyazılarında, çoğunlukla yoğun bir düşünce, şiirsel, esprili, özlü bir dili vardır. Dizelerinin toplumcu, somut yapısı duygularını mantıksal bir güçle düzyazıya sürükler.

Fıkra, makale, deneme, çeviri, gezi, roman, tiyatro, türlerinde yazmakla beraber ısrarla şiir üzerinde durur. Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane, Yan Yana, Kolları Bağlı Odysseus, Göçebe Denizin Üstünde, Teknenin Ölümü gibi şiir kitapları; Doğu-Batı, Konuşarak, Yasak adlı denemeleri; Aylaklar, Raziye adlı romanları; gezi yazıları, tiyatro yazıları vardır.

•  •  •

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

Aslında bir ressam olan sanatçı, halk kültüründen büyük esinlemeler taşır. Şiirde biçim, ölçü, uyak kaygısından uzaktır. Dizeleri yalnız söyleyişe uygun düşen doğallıkla yazılır. Gözlemlerinden, halkın deyişlerinden, beğenisinden aldığı motifler içtenlik ve coşkuyla kaynaşarak şiir haline gelir.

Ressamlığın verdiği bakış açısıyla şiirde renklerle tablo çizilir. Mesela, halk şiirine, deyişlere duyduğu hayranlık şiirlerinde kendine özgü bir bileşimle ortaya çıkar, uzun süre akıldan çıkmayacak, her fırsatta hatırlanacak dizeler oluşturur.

Şiirlerini Yaradana Mektuplar, Karadut, Tuz, Dol Karabakır Dol, Yaşadığım Aşklar adıyla yayımlamıştır. Deneme, söyleşi ve gezi yazılarını Canım Anadolu ve Tezek adlarıyla kitaplaştırmıştır.

Çoğu plastik sanatlarla ilgili sanat yazıları ise Deli Fişek, Resme Başlarken adlarıyla kitaplaştırılmıştır.

Necati CUMALI

Sanatçı şiir, hikaye, roman, tiyatro gibi türlerde eser vermiştir. Sanata şiirle başlamış sonra düzyazıya geçmiştir. Yaşama sevinciyle yüklü, günlük izlenimlerin özelliklerini anlatırken, köylüyü, halkı, Anadolu’nun çaresizliklerini de konu olarak işlemiştir.

Yazar, çoğu zaman iyi tanıdığı insanları yazmayı amaçlamıştır. Süssüz, mecazsız, duru, iç ve dış gözlemi kuvvetlice yansıtan bir dili vardır. Sağlam bir konuşma diliyle yazdığı şiirlerinde kısa dizeler kullanmaya özellikle özen gösterir. Şiirlerinde ölçü ve kafiye kullanmamıştır.

Cumalı son yıllarda şiiri azaltmış, daha çok hikaye, oyun ve roman yazmıştır. Bunlarda, özellikle oyunlarda toplum dertlerini belli açılardan görmüş, çatışmacı bir yol izlemiştir. Nalınlar oyununda sosyal çatışmayı, Susuz Yaz adlı hikayesinde toplumsal gerçekçilerin üslup ve mücadele tarzlarını benimsemiştir.

Şiirlerini, Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkıları, Mayıs Ayı Notları, Güzel Aydınlık, Yağmurlu Deniz, Başaklar Gebe adlı kitaplarda toplamıştır.

Yazarın, Yağmurlar ve Topraklar, Zeliş, Acı Tütün, Aşk da Gezer, Dila Hanım adlı romanları ve Boş Beşik, Derya Gülü adlı tiyatro eserleri de vardır.

Behçet NECATİGİL

Bir arayış, yeni bir şiir dili kurma amacıyla ilk eserlerinden sonuncuya değin bir gelişme içinde olan şair, önceleri Orhan Veli grubunun kurduğu şiir yolunda gitmiştir.

İçe dönük kişiliğine karşın, şiirlerinde, kendi evinden başlayarak öteki evleri, sokağı, çevreyi giderek dış dünyayı ve toplumu, sorunlarıyla kavramaya, irdelemeye yönelmiş, algılamaya çalışmıştır.

Onun şiirinde değişen özellikler görülür. Önce doğal, yalın, sonra yer yer alaca ya da kapalı olan söyleyiş vardır. Şiirlerinde duygudan çok düşünce, sembol vardır. Bu yönüyle önceleri benzediği Garipçilerden tamamen ayrılmıştır.

İlk şiir kitabı Kapalı Çarşı’da şair geleneksel şiirin etkisindedir. Biçim, kafiye, ölçü vardır. Söz sanatlarına yer vermiştir.

Çevre’de biçimsel özgürlüğe geçmiştir. Yaşadıklarından, gözlemlerden yararlanmıştır.

Evler kitabında tamamen toplumsal olaylara değinmiş, küçük aileleri gözlemleriyle aktarmıştır.

Divançe adlı kitabında ise Necatigil modern yorumlarla gazel ve kasideler yazmıştır. Ancak bir süre sonra yönelimi değişmiş, oldukça kapalı felsefik şiirler yazmıştır. Bunların adları bile gariptir. İki Başına Yürümek, Belki Yazdı bunlardan birkaçıdır.

Asıl uğraşı şiir olan sanatçının radyo oyunları, edebiyat sözlükleri ve çevirileri vardır.

Cahit KÜLEBİ

Şiirde yeni bir romantizm oluşturduğunu söyleyen şair aslında çoğu zaman realisttir. Toplumcudur, hayale yer vermez. Şiirlerinin kaynağı milli sanattan gelir. Yurdun perişanlığını, Anadolu insanının bahtsızlığını, sefaletini bir ideoloji olarak sergileyen toplumculardan değildir. Anadolu’yu yadırgamamış, onu sevmiştir. Orhan Veli’nin alaycı, Fazıl Hüsnü’nün destansı, Behçet Necatigil’in kapalı şiirlerinin ortasında o açık, gerçekçi, iyimserdir.

Biçim yönünden serbestliği savunmuştur. Heceyi pek kullanmasa da kafiyeyi bir ses unsuru olarak çoğu zaman kullanmıştır. Şiirlerine halk deyişleri, halk türküleri bir alt yapı gibi sinmiştir.

Şairin, Adamın Biri, Rüzgar, Atatürk Kurtuluş Savaşında, Yeşeren Otlar, Süt, Şiirler, Yangın adlarında şiir kitapları vardır.

Şiirleri ve şiir üzerine düşüncelerini Şiir Her Zaman kitabında, anılarını Sevda Dolu Yolculuk adıyla yayınlamıştır.

Necip Fazıl KISAKÜREK

Şiirde felsefik söyleyişlere büyük değer veren sanatçı, şiirlerinde metafizik, soyut konulara yer vermiştir.

Ona göre şiir, duygu ve düşüncenin tam bir uyuşmasıdır. Üstün sanatçı biçimden, kafiye ve ölçüden korkmaz. Onları atmaya kalkmaz, her dize ve kelimesinde eski kalıpları yenilemek gücü gösterir. Bütün mesele iç şekli bulmaktır; fakat bunun gerçeği dış şekildir.

Necip Fazıl’ın ilk şiirlerinde, Halk ve Tekke şairlerine ait biçim ve özlerin, çağdaş bir içerikle yenileştiği görülür. Bunlarda Faruk Nafiz’in üslubunun etkileri vardır.

Önceleri dini havadan uzak şiirler yazmış, sonraları ise Allah yolunu anlatmayı amaç edinmiş, sanatı inançlarının sesi haline getirmiştir.

Bütün şiirlerini heceyle yazmış ve biçime ısrarla bağlı kalmıştır. Felsefi duygularını fikir kuruluğuna düşmeden şiirde eritmiş, kolay anlaşılan ancak yorum gerektiren söyleyişler kurmuştur.

Döneminde düşüncelerinin kabullenilmediğini bildiği için, karşısındakileri kırıcı, rencide edici hatta bazen hakaretlere varan sözlerle aşağılamaya çalışmıştır.

Yazar birçok türde eser vermiştir. Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Çile, şiir kitapları; Tohum, Bir Adam Yaratmak, Künye, Satırbaşı, Para, Reis Bey, Ahşap Konak gibi tiyatro eserleri; Çöle İnen Nur, Büyük Doğu’ya Doğru, Çerçeve, İdeologya Örgüsü gibi fıkra ve makalelerinin toplandığı eserler ve daha birçok biyografi eserleri vardır.

Peyami SAFA

Modern Türk romanının en usta yazarlarındandır. Özellikle psikolojik roman türüne ağırlık vermiştir.

Safa, bir tahlil romancısıdır. Yani kişilere ve eşyaya psikolojik bir dikkatle bakar. Şuur ile şuuraltını birleştirir. Maddi, manevi ıstırap dolu hayatları, hasta beden ve ruhları, ahlak bunalımlarını, kişi, toplum çatışmalarını, vicdan azaplarını, yalnızlık duygularını konu edinir.

Ona göre romanın yaşanmış olması gerekmez, yaşanırken meydana getireceği ruh ve düşünce hallerinin ifade edilmesi yeterlidir. Onun her romanında kendinden bir parça vardır.

9. Hariciye Koğuşu’nda yazar bir bakıma kendi başından geçen bir kemik hastalığını konu edinir.

Yeni bir dünya kurmak rüyası Safa’nın çoğu romanında vardır. Mahşer’de Nihat, Matmazel Noralya’nın Koltuğu’nda Ferit, Yalnızız’da Samim ve Biz İnsanlar’da Orhan gibi.

Sözde Kızlar, Şimşek, Mahşer, Bir Akşamdı, Canan, Fatih-Harbiye, Bir Tereddütün Romanı, Yalnızız, Biz İnsanlar, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu önemli romanlarıdır.

Geçimini kalemiyle sağlayan sanatçı aynı zamanda değişik gazetelere yazılar yazmış hatta Server Bedii takma adıyla romanlar, fıkralar yazmıştır.

Arif Nihat ASYA

İkinci kuşak hececilere çağdaş olmakla birlikte, vezin bakımından bir kararlılık göstermeyerek, aruzu, heceyi ve serbest biçimleri aynı ustalıkla kullanmıştır. Her türlü yeniye açık olduğu gibi, her kıymetli eskiye de bağlı bu çok renkli sanatçıyı belli bir gruba dahil etmek zordur. Önceleri romantik bir Turancılık havası taşıyan milliyetçiliği, daha sonra Anadolu’nun cefa, çile, haksızlık dolu fakat aynı ölçüde mertlik, asalet, ruh ve şiir kaynağı olan varlığına yönelmiştir. Ayrıca Osmanlı tarihiyle ilgili şiirlerinin yanında dini şiirler de yazmıştır.

Sayısı otuzu bulan kitapları arasında, Heykeltraş, Yastığımın Rüyası, Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor önemli şiir kitaplarıdır.

Muhsin ERTUĞRUL

Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucusudur. Tiyatroyu bilinçli, sağlam temeller üzerine kuran; halka ulaştırmak için yılmadan emek harcayan en büyük tiyatro adamlarımızdan biridir. Tiyatro sanatçısı olmasının yanında, bu konuda en güçlü yazılar yazmış bir fikir adamımızdır. Türkiye’nin dört bir yanına tiyatro açarak halkı eğitmeyi amaçlamıştır. İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim adlı kitabında yazılarını toplamıştır. Bunun dışında Renkli Fener, İhtilal, Baba, Söz Söyleme Sanatı adlı çeviri eserleri de vardır.

Tarık BUĞRA

Cumhuriyet döneminin hikaye ve romancısıdır. Toplum çatışmalarını psikolojik açıdan görür. Sanatın gerçekliğini toplumsal gerçekliğin karşısına çıkarır. “Siz sanat toplum içindir, diyenlere aldırış etmeyiniz; onların en kabadayıları bile, sanat sanat içindir, diyenler kadar cemiyete mal olmamışlardır.” der. Sanatın amacı insanı yükseltmek olduğu halde, sosyal gerçekçilerin, sanatı bütün değerinden soyarak alçalttıklarını savunur. Toplumsal sorunları, bireysel ahlak yönünden alır. Şiirli, akıcı, yoğun bir anlatımla, izlenimlerle çevre, kişi ve olayların soyut derinliğine iner. “Hikaye de, roman da, tiyatro da dille yaşar. Dilin mükemmel, yani değişmez haline yaklaştıkça yaşar.” düşüncesiyle şive taklitlerinden, standart dilin dışında kalan, gelip geçici dil görüntülerinden kaçar. Fıkra, gezi notları, hikaye, roman ve oyun türlerinde eserleri vardır. Yalnızların Romanı, Küçük Ağa, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uyku Arasında, Siyah Kehribar, Oğlumuz gibi roman ve hikayeleri; Gagaringrad adlı gezi yazısı; Gençlik Türküsü adlı fıkralarını derlediği eseri; Düşman Kazanmak Sanatı adlı edebiyat yazıları vardır. Ayrıca İbiş’in Rüyası adlı romanı tiyatroya uyarlanarak sahnelenmiştir.

Kemal TAHİR

Cumhuriyet döneminin köy ve köylü gerçeklerine eğilen romancılarındandır.

Köyü, köylüyü, kuvvetli bir gözlemle, şehirlilerle köylülerimizin evrimini, yöresel renkleriyle anlatır. Cezaevlerinde tanıdığı insanlar, sürgünde bulunduğu köy çevreleri, ele aldığı konuları yalnız sanatçı sezgisiyle değil, bilimsel bir yöntemle, köy gerçeklerini anlatmasıyla diğer romancılardan ayrılır. Romanları, “nehir roman” niteliği taşır.

Her romanı günümüzün köy – şehir yaşantılarını, tarihsel ve toplumsal gelişmeleri içinde ele alan bir diğer romanının devamı gibidir. “Sahici Türk romanı işçimizle köylümüzün realitesinden çıkacaktır.” görüşünü savunur. Not olarak derlediği sözcüklerle, deyimlerle, cümlelerle, araştırma ve kültür zenginliği ile İstanbul şivesinin kaynaşmasından doğan canlı, rahat bir anlatımla yazar.

Şiir denemeleriyle, dedektif ve macera romanlarıyla takma adla yaptığı çevirilerle yazı hayatına atılmış; hikaye ve romanda karar kılmıştır. Sağırdere, Esir Şehrin İnsanları, Körduman, Rahmet Yolları Kesti, Yediçınar Yaylası, Yorgun Savaşçı ve Devlet Ana en önemli romanlarıdır.

Eflatun Cem GÜNEY

Halk masallarımızın, halk hikayelerimizin efsanelerimizin geleneksel yapısını, ruhunu bozmadan bunlara modern bir sanat niteliği kazandıran usta bir masalcımızdır. Taşra gazetelerinde fıkralar yazmış, sonunda folklorda, masalda karar kılmıştır. Yıllarca yurdun dört bucağından topladığı folklor malzemesini titiz sanatçı ruhuyla işleyip değerlendirmiştir. Yazdığı 60’ın üzerinde kitabın 30’u masaldır. En tanınmış eserleri şunlardır.

Meltem Sesleri (Şiir kitabı), Sabırtaşı, En Güzel Türk Masalları, Zümrütanka, Açıl Sofram Açıl, Bir Varmış Bir Yokmuş, Evvel Zaman İçinde, Dede Korkut Masalları, Kerem İle Aslı, Az Gittim Uz Gittim…

İKİNCİ YENİLER

Birinci Yeni, başka adıyla Garip Akımı, şiirselliği ve geleneksel kuralları, baştacı edilenleri yadsıyarak şiirde halka ve yalına yönelen, biçim, öz, söyleyiş yenilikleri getirmişti. Ne var ki yaklaşık on yıl sonra, şiirde, şiirsellik, duyarlık, duygu, düşlem ve imge aranır oldu. Batı’da geliştirilen “soyut”, “imgesel” benzeri niteliklerle yazmak gibi yeni arayışlara gidildi. Bu, İkinci Yeni’nin doğmasına zemin hazırladı.

Bu şiirin temsilcilerinden olan İlhan Berk şiirin özelliklerini şöyle açıklamaktadır. “Şiirin ögelerini, ilkelerini saptamak, kendi ilkelerinin dışındaki bütün öbür araçları atmak, şiiri şiir olarak düşünmek, İkinci Yeni Şiir, ilk bunu düşünüyor.”

“Şimdiye değin anlamın bir yönü biliniyordu: Akla bağlılık. Oysa şiirin en yüce ögesi aklı allakbullak etmesi, onu yıkmasıdır.”

Bu şiirin diğer bir temsilcisi Edip Cansever ise: “Şiirin değeri okuyucunun çağrışım gücüne bağlı olmalı.” der.

Ece Ayhan ise İkinci Yeni’nin ne yapmak istediğini şöyle özetler: “İkinci cepheyi açmak, akıl dışında da bir anlam olduğunu savunmak, şiirin kuralları konusunda yıkıcı davranmak, anlamsızlığın anlamına doğru gitmek. Bu gerçekleri dil kurallarıyla sınırlayamadığımız için dili aşmak, kelimeleri anlamından kurtararak, yeni özün sonucu olan yeni biçimi, yeni biçimin de zorunlu sonucu olan yeni özü getirmek.”

Başlangıçta bir topluluk olarak ortaya çıkmayan, bildirgesi bulunmayan, dahası kimi ilkeler üzerinde birleşmeden yalnızca Birinci Yeni’yi yeterli görmeyerek şiirde, herbirinin kendi aradığını gözettiği bu şairleri bir ad altında toplamak gerekiyordu; İkinci Yeni adı bulundu. Bu grup çok uzun soluklu olmadıysa da, geniş okuyucu bulamadıysa da Türk şiirine yeni boyutlar kazandırdı. Temsilcileri ise İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreyya, Ece Ayhan, Sezai Karakoç’tur.

6 yorum

  1. Fresh ideas aren’t seen much these days. With the fear of putting something in print and being called out-of-touch, I’m glad to see someone so in touch with their beliefs.

cansın için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.