Tasavvuf Felsefesi Nedir

Tasavvuf Felsefesi Nedir Anlamı

Tasavvuf, insanın akıl yoluyla kavranması imkansız olan ahireti ve hakikatleri sezgiyle kavraması, Allah’a ulaşması demektir.

Tasavvuf felsefesi, kökü Antik Yunan dönemi filozoflarından Platon’a kadar dayanan, İslamiyet inancının önemli bilim alanlarından bir tanesidir. Tasavvufta tek varlık Allah’tır. Geçmişin, geleceğin ve sonsuzluğun sahibidir. Daha Dünya ve zaman olmadan önce o vardı ve ileride Dünya sona erdiğinde de o olmaya devam edecek. Allah, Dünya’da var olan her şeyin sahibidir. Bütün güzellikler ondan toplanmıştır. Doğal olarak güzellik görünmek ister. Allah da görünmek istemiş, bunu Dünya’yı insanları, doğayı ve bütün doğal güzellikleri yaratarak göstermiştir. O “Ol!” dediğinde her şey bir anda oluvermiştir. İnsan da Allah’ın yarattığı bir varlık olarak ondan bir parça taşımaktadır. Allah, bu güzelliği göstermekten vazgeçtiği gün her şey yok olacak, fakat o var olmaya devam edecektir.

Allah bütün iyi, güzel şeylerin sahibiyken bütün kötülükler nasıl türedi? diye sormuştur insanoğlu. Filozoflar, bu soruyu her şeyin, zıttı sayesinde varlığının anlaşılacağını söyler. Yani iyiliğin farkına varmak için kötülüğün olması gerekir. Zaten Dünya’da yaratılan bütün varlıklara baktığımızda hepsinin tersiyle var olduğunu görmekteyiz. Güzellik-çirkinlik, iyilik-kötülük, varlık-yokluk gibi. İnsanlar bu sayede iyi ve güzel şeylerin var olduğunu fark eder. Zıt özellikler, gerçeklerinin var olduğunu anlamamız için geçici olarak yaratılmıştır. Bir gün her şey yok olduğunda sadece iyi ve güzel şeyler kalacaktır.

İnsan bu geçici Dünya’da yaşarken kalıcı şeylere sıkı sıkıya sarılarak yaşarsa mutlu olabilir. Kalıcı şeyler Dünya hayatında insanı Allah’a yaklaştırır. Geçici şeyler insanı Allah’tan uzaklaştırır. Yani iyi şeyler kalıcıdır. Onlara bağlı olursak Allah’a yakın oluruz. Kötü şeyler geçici olarak yaratıldığı için bize fayda vermez. Bu yüzden her zaman iyiyi seçerek hareket etmeliyiz.

Sevgi, tasavvufun vazgeçilmezidir. Bütün güzellikler Allah’ın yansıması olduğu için Dünya’yı ve insanları sevmek, Allah’ı sevmektir. Ancak sevmek, sadece insanın insana duyduğu maddi bir aşk duygusu değildir. Tanrı’yı sevmek insanı sevmekten farklıdır. Maddi aşka takılanlar manevi aşka ulaşamazlar. Tanrısal aşka erenler her şeyde Tanrı’nın güzelliğinin farkına varır. Bu sayede Dünya’da yaşamaktan keyif alır.

İnsan tanrısal aşka ulaşmak için beş aşamadan geçer. Tarikata giren insan son aşamaya yani “İnsan-ı Kamil”e eriştikten sonra gerçek aşka ulaşmış olur. En zor seviye bu seviyedir. Çünkü Allah’a en yakın olan insanlar bu seviyede olmuştur. Peygamberler gibi.

Bu durum bazen insanların ölümüne de yol açmıştır. Mesela Hallac-ı Mansur, tasavvufta fazlaca ilerlemiş, Allah’ın varlığını kavradığını söylemiş ve “Ben Allah’ım!” demiştir. Bu yüzden idama mahkum edilmiştir.

Tasavvuf insana büyük değer verir. Tanrı, en çok insanda belirmiştir. Çünkü Allah insanı diğer canlılardan üstün yaratmıştır. İşte bu yüzden insanlar dil, din, ırk ayrımı olmaksızın eşittir. Aralarındaki tek üstünlük farkı Allah’a yakınlıktadır. Yani takvadadır.

İnsan neden Allah’a yaklaşmak için tarikata girmek zorundadır? diyenler vardır. Tasavvufçulara göre Allah’a ulaşmanın yolunun insanlar tek başına bulamaz. Mutlaka bir rehber insanın yanında bulunmalıdır. Allah’a ulaşmak zor bir süreçtir. Disiplin altına girmek gerekir. Bu disipline uymayanlar cezalandırılır ve tarikattan atılır. Bu disiplini sağlayan kurumlar tarikatlar olmuştur. Zaten tarikat “Tarik” kökünden gelir. Yol demektir. Fakat bazı tarikatlar şeriatı tam anlamıyla uygulamak için çok katı kurallar koymuştur. Mesela Bektaşi Tarikatı’na kabul edilmek için şeyhe bağlanmak, yalan söylememek, dedikodu yapmamak, iftira atmamak, dünya malına tamah etmemek, zengin-fakir bütün insanları sevmek gerekir. Bunları yapmayanlar tarikattan atılır. Fakat bunları daha yumuşak uygulayan Mevlevi tarikatı da bulunmaktadır. Hemen hemen aynı kurallar bu tarikat için de geçerlidir fakat küçük esneklikler olabiliyor.

Bazı tarikatlar görüş ayrılığına düşerek ayrılıklar yaşamıştır. Bu ayrılıkların önlenmesi için bütün tarikatların tasavvuf kültürüne tam bağlanması ve tekrar birleşmesi gerekir. Her tarikatın bir şeyhi vardır. Bu şeyh, insan-ı kamil mertebesindendir. Tarikatını kurup müritlerini toplar ve onları Allah yoluna ulaştırmayı kendine görev edinir.

Kısacası tasavvuf bir yaşam tarzıdır. Hayat boyu uygulanarak gerçek anlamda tasavvuf uygulanmış olur.

Tasavvuf Felsefesi Hakkında Sorularınızı ve Yorumlarınızı Aşağıdan Hemen Yazabilirsiniz.

1 yorum

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.