Barok Sanatı Kısaca Nedir

Barok Sanatı Nedir, Barok Sanatı Temsilcileri, Barok Sanatı Özellikleri, Barok Sanatı Hakkında Bilgi

Barok sanat, Avrupa ülkelerinde yaklaşık 17. yüzyıla rastlayan sanat anlayışı, İlk belirti­leri 16. yüzyılın son yıllarında İtalya’ da ortaya çıkmış, Almanya ve Güney Ameri­ka sömürgeleri gibi bazı bölgelerde ise en üstün örnekleri 18. yüzyılda gerçekleştiril­miştir.

Barok sanat yapıtları üslup açısından kar­maşık, hatta çelişkilidir. Bununla birlikte yapıtların hepsinde, duygusal durumları çoğu kez dramatik bir yaklaşımla, duyulara seslenecek biçimde anlatma isteği görülür. Baroğu anlatmak için çoğu kez görkemlilik, canlılık, hareket, gerilim, aşın ve farklı duygusal durumlar, sonsuzluğun algılanma­sı, çeşitli sanatlar arasındaki kesin aynmlan yok etme eğilimi gibi tanımlar kullanılır. Rönesans’ın Antik Çağı yüceltme eğilimi barokta da sürmüş ve bu birçok sanat ürününü değişik oranlarda etkilemiştir. Ba­rok sanatın soylu niteliği büyük Ölçüde bu eğilimle klasik uyum kavramının düzenleyi­ci gücünden kaynaklanır.

Barok sözcüğünün kökeninin açıklanması­na ilişkin çeşitli kuramlar arasında en yaygı­nı onun Portekizce barroco (İspanyolca barrueco) sözcüğünden türemiş olduğudur. “Düzensiz” anlamına gelen bu sözcük özel­likle düzgün olmayan inciler için kullanılır. Sanat eleştirisinde barok sözcüğü ilk kez 17. yüzyılın sonlanna doğru geçmiştir. Söz­cük önceleri düzensiz, tuhaf, dolayısıyla yerleşmiş kurallara aykın herhangi bir şeyi belirtmek için, yani özgün anlamıyla kulla­nılmıştır. 18. yüzyılda ise genellikle küçültü­cü anlamda, doğanın ve Antik Çağın ölçüt­lerinden ayrıldığı düşünülen tutumlann bu sözcükle tanımlandığı görülür. Baroğun 19. yüzyılın ortalanna değin bir üslup niteleme­si olmaktan çok kötüleyici bir sıfat olarak kullanılması sürmüştür. Barok sanat üslubu­nun özelliklerinin sistematik bir açıklaması­nı ilk kez Heinrich Wölfflin (1864-1945) Renaissance und Barock (1888; Rönesans ve Barok) adlı kitabında yapmıştır.

Barok sanatta gözlenen büyük çeşitliliğin ortak özelliklerini, o çağdaki yaygın kültür yönelimlerinde aramak gerekir. Bu yöne­limlerin özellikle üçü, sanat üzerindeki etkileri açısından çok önemlidir. Birincisi Karşı-Reform hareketinin ortaya çıkması ve etki alanını hem coğrafi, hem de düşünsel olarak genişletmesidir. Baroğun, özellikle İtalyan sanatında görülen birçok başyapıtı­nın oluşması, Kilise’nin yeni propagandacı tutumuyla ya da bu durumun özendirdiği duyarlılıkla doğrudan doğruya bağlantılıdır. Gerek Bernini’nin(*) (1598-1680) Roma’da San Pietro Bazilikası’nın önünde elips biçimli bir piazza (meydan) oluşturmak için yaptığı ve kalabalığı kucaklıyormuşçasına iki yandan saran kolonadlar,- gerek Caravaggio’nun (1573-1610) dinsel öyküleri konu alan gerçek­çi resimleri, farklı yönlerde de olsa, Karşı- Reform anlayışının örnekleridir.

İkinci yönelim mutlakiyetçi krallıkların güçlenmesidir. Buna, artık sanat koruyucu­luğunda rol oynamaya başlayan önemli ve etkili bir orta sınıfın belirginleşmesi olgusu da eşlik eder. Bu siyasal ve toplumsal gelişmelerin sanat üzerindeki etkileri, Fran­sa Krallığı için Versailles Sarayı’nın ve bahçelerinin yapımı ve orta sınıf için bir resim piyasasının oluşması gibi çeşitli geliş­melerde görülebilir. Orta sınıfın gerçekçili­ğe olan eğilimi, Fransa’da Le Nain kardeş­lerle (Antoine, 1588-1648; Louis, 1593-1648 ve Mathieu 1607-77) Georges de La Tour’ un (1593-1652) yapıtlarını ve 17. yüzyıl Felemenk resminin çeşitli okullarını etkile­miş olabilir.

Üçüncü yönelim, bilimdeki gelişmelerle dünyadaki keşiflerin doğaya karşı uyandır­dığı yeni ilgidir. Böylelikle, insan bir yan­dan kendini önemsiz görme (Kopernik’in [1473-1543] dünyayı evrenin merkezi ol­maktan çıkaran kuramı bunda özellikle etkili olmuştur), bir yandan da bilimde büyük başarılar kazanıldıkça, kendi yüceli­ğine inanma gibi iki düşünce arasında kalmıştır. İçinde insanın yalnızca sınırlı, bazen çok küçük bir rol oynadığı manzara resmi türünün gelişmesi de, Velâzquez’in(*) (1599-1660) askeri nitelikteki fiziksel gücü betimlediği “Breda’nın Teslimi” ya da ken­disini de kral ailesi arasında çizdiği “Las Meninas” gibi resimleri de sıradan insanın durumuna ilişkin bu iki karşıt görüşün yansı- malan olarak alınabilir. Bu eğilimler ve bunlann sanattaki yansımalan, sanat tarihçisi Wolfgang Stechow’un “dinsel ve dindışı güç­lerin tümüyle yeni ve iyimser bir dengesi” olarak tanımladığı durumla sonuçlanmıştır.

Görsel sanatlarda barok üslup, geliştirdiği daha esnek bir doğalcılıkla, maniyerizmin akademik ve soyut niteliklerine karşı bir tepki olarak doğdu. Annibale Canacci (1560-1609) ile Caravaggio Roma’daki er­ken barok ressamlar arasında en ünlü olanlardı. Carracci doğayı, yüksek Röne­sans sanatını ve eski ustalan inceleyerek sanatı maniyerizmin aşırılıklanndan arındırmak isteyen bir reformcuydu. Caravag­gio ise, geleneğin İsa ve aziz betimlemeleri­ne getirdiği yapaylıkları atarak, kompozis- yonlannda sıradan insanlara yer vermişti. Caravaggio’nun dolaysız sanatı, oldukça dra­matik ışık kullanımının da eklenmesiyle, onun bir devrimci olarak tanınmasına yol açtı. İtalyan heykelci mimarların en ünlüsü Gian Lorenzo Bernini’ydi. Onun Roma’daki San Pietro Bazilikası’nda altarın üzerine yerleştirdiği baldaken, yapının yüksek Röne­sans anlayışındaki sınırlanmış ve durağan görünümlü iç mekânına bir akıcılık getirmişti.

Bernini 1665’te, XIV. Louis’nin büstünü yapmak ve Louvre Sarayı için yeni bir cephe tasarlamak için Paris’e çağrıldı. Ger­çekleştirdiği portre büst, heykel sanatının en başanlı yapıtlanndan biri kabul edilir. Ama Louvre tasarımı geri çevrildi; çünkü İtalyan barok üslubu Fransız kralının salta­natını Roma imparatorlarınınkini çağnştıracak biçimde simgeleştirecek bir saray için uygun değildi. XIV. Louis üslubu, “resmî krallık üslubu”ydu ve aslında İtalyan baro­ğunun klasikleştirilmiş bir türüydü. Yüzyılın en büyük Fransız ressamı olan Nicolas Poussin (1594-1665) soylu, ciddi, akılcı resimler yaparak Fransız baroğu ile Antik Çağ arasında yakın bağlar kurdu. XIV. Louis’nin döneminde sanat devlet tarafın­dan denetleniyordu ve Kilise’den çok, kralı yüceltmeye yönelikti.

Flandre’da barok en iyi biçimde Peter Paul Rubens’in (1577-1640) resimlerinde izlenebilir. Rubens büyük altar panolan ve mitolojik resimler yapmış, sarayla ilgili ve alegorik konulu diziler gerçekleştirmişti. Bunlardan biri Fransa’nın ana kraliçesi Marie de Medicis’nin yaşamındaki olayların betimlendiği 21 resimlik bir diziydi (1622- 25). Felemenk’te barok üslup bazı eski ustalann önderliğinde gelişti. Bu sanatçıların bazısı Rubens gibi İtalya’da yetişmiş, İtalyan baroğunu yerinde görmüşlerdi. Bunlara ek olarak, tür ressamları, manzara, ölüdoğa, deniz manzarası, portre, iç mekân ve kilise ressamlan ile Vermeer (1632-75) ve Rembrandt (1616-69) gibi birkaç usta sanatçı da yetişmişti. İspanya ise Velâzquez gibi üstün bir sanatçı ortaya çıkardı. İngilte­re’de barok üslup en iyi Sir Anthony Van Dyck’ın (1599-1641) I. Charles ve maiyeti için yaptığı portrelerde yansıyordu.

italya’da barok mimarlığın ilk örneklerin­den biri, Vignola’nm başlayıp Giacomo della Porta’nın (1537-1602) bitirdiği Roma’ daki Cizvit kilisesi II Gesü oldu. Palladio (1508-80) Vizenza’daki Olimpico Tiyatro- su’yla bütün barok dönem boyunca süre­cek olan tiyatro yapılannın gelişmesini baş­lattı. Carlo Maderno (1556-1629) yapımı sürmekte olan San Pietro Bazilikası’nın ön cephesini gerçekleştirdi. Bernini heykelcili­ğinin yanı sıra Roma kentindeki birçok
meydanda yaptığı çeşmeler ve çeşitli saray­larla, S. Andrea al Quirinale Kilisesi, Vatikan Sarayı’nı San Pietro ile birleştiren ünlü merdiven Scala Regia gibi yapıtlarıyla barok mimarlığın da en önemli adlarından biri oldu. Meslek yaşamını Bernini’yle reka­bet içinde sürdüren Francesco Borromini’ nin (1599-1667) San Carlo aile Quattro Fontane, S. Ivo della Sapienza ve (bir bölümünü Carlo Rainaldi’nin [1611-91] yap­tığı) Sta. Agnese kiliseleri Roma baroğu­nun en yetkin örnekleriydi. Baroğun başka bir önemli temsilcisi olan Pietro da Corto- na(*) (1596-1669) Sta. Maria della Pace Kilısesi’nin ön cephesinde, o dönemde çok sevilen bir öğeyi, birbirini izleyen iç ve dışbükey yüzeyleri kullandı. Guarino Gua- rini (1624-83) Torino, Prag ve Lizbon’da yaptığı saray ve kiliselerle özgün örnekler verdi.

Bu yazıya ilk yorumu sen yaz!

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.