Armoni nedir

Armoni hakkında bilgi, armoni nedir

Armoni, geniş anlamıyla, müzikte iki ya da daha fazla sesin aynı anda tınlaması; daha dar anlamıyla ise Batı müziğinin özelliği olan gelişmiş akor sistemi ile bu akorlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen kurallar bü­tünüdür.

Yaklaşık 1650-1900 yılları arasında Batı’da geçer­liliğini sürdüren armoni sistemi, orta çağın sonlarında ve Rönesans Avrupası’nda uygulanan çok­ sesli müzikten türemiştir. 9. yüzyılda kilise­lerde söylenen dinsel şarkılarda, etkiyi arttır­mak için ana melodiye yeni sesler eklemek yoluna gidilmişti. Organum adi verilen bu çok seslendirme tekniği, armoninin de ilk örneğiydi. Oldukça basit olan bu ilk örnek­lerde ana melodi, kendisine sürekli paralel olarak yürüyen ve 4’Iü, 5’li ya da 8’li (oktav) bir aralıkta bulunan bir ikinci ses tarafından destekleniyordu. Bu aralıkların özellikle seçilmesinin nedeni ise, İÖ 6. yüzyılda Eski Yunanlı filozof Pythagoras’ın da kanıtladığı gibi, konsonans (uyumlu aralıklar) adı veri­len 4’lü, 5’li ve 8’li aralıkların kulakta mutlak bir rahatlık duygusu yaratmasıydı. Daha sonraları bu çokseslendirme tekniği sürekli paralelliğin getirdiği kısıtlayıcılıktan kurtularak gittikçe karmaşıklaştı ve ‘ters hareketlere (örn. ana melodi tizden pese giderken, öbür sesin peşten tize gitmesi) yer verildi. Serbest organum olarak adlandırı­lan bu üslupta konsonant aralıklar parça başında, melodi cümlesinin sonlarında ve şarkı metnindeki önemli sözlerde, daha disonant (uyumsuz) olan ve gerilim duygusu yaratan aralıklarsa ara bölümlerde kullanılı­yordu.

15. yüzyılda kara Avrupa’sındaki müzikçiler kendilerine yabancı olan, ama İngiliz müzikçilerce 12. yüzyıldan beri kullanılan 3’lü ve 6’lı aralıkları tanıdılar ve bunları da birer konsonant aralık olarak kullanmaya başladılar. Aynı yüzyılın müzik uygulamasında ortaya çıkan bir başka olgu ise, ortaçağda kullanılan kilise modlarının öne­mi kaybolurken, majör ve minör dizilerin bunların yerini almasıydı. Gene bu yüzyılda yeni disonant tınılara karşı büyük bir eğilim gelişti. Duraklatış ya da asış (suspension) adı verilen ve disonant armoninin sınırları­na giren yöntem de gene bu dönemde kullanılmaya başladı. Duraklatışta bir akordan öbürüne geçilirken ilk akorun bir sesi uzatılır. Uzatılan bu ses, ikinci akorla birlikte tınladığında, önce bir gerilim duy­gusu yaratır, bir ya da iki vuruş sonra, ikinci akora ait olan bir sese doğru karar verişte (resolution) gerilim duygusu ortadan kalkar ve ikinci akor tutularak tamamlanmış olur. Aşağıdaki örnekte Jean d’Okeghem’in Mis- sa prolationum’ undaki gecikme gösteril­miştir.

16. yüzyıla gelindiğinde müzik yazımı bü­yük bir değişim geçirirken, bu yüzyıla değin egemen olan kontrpuan tekniği yerini armo­nik düşünceye bıraktı. Kontrpuan tekniğin­de, kendi içinde bütünlüğü olan bağımsız müzik çizgileri, bir kompozisyon oluştura­cak biçimde birleştirilir. Burada her mü­zik çizgisi ayrı bir birim oluşturduğun­dan, “yatay” anlayıştan söz edilir. Yatay olarak ilerleyen partiler, aralarında ister istemez bazı akorlar oluşturur, ama bunlar kontrpuanın bir yan ürünüdür. Armoni tekniğinde ise birimi oluşturan akordur ve bu teknik üzerine kurulu olan bir yapıt, “dikey” bir öğe olan akorlarm art arda sıralanmasıyla oluşur. Her ses çizgisinin öneminin eşit olduğu kontrpuanın tersine, armonide amaçlanan, ana melodi çizgisinin akorlarla desteklenmesidir.

Armoninin gelişmesiyle bazı yeni kavram­lar önem kazandı. Bunların başında “tonali­te” ve “modülasyon” geliyordu. Tonalite sistemi, majör ya da minör dizilerin her bir derecesi üzerine kurulu olan akorlar arasın­daki ilişkileri düzenler. Her akorun özgül bir işlevi olup asal armonik hedef olan eksen sesine ve akoruna yaklaşır ya da ondan uzaklaşır. Modülasyon ya da parça içinde tonalitenin değiştirilmesi de, armonik yapının zenginleştirilmesi için başvurulan yöntemlerden biridir. Önceleri modülas­yon, genellikle tonalitenin beşinci derecesi­ne (çeken-dominant), örneğin do majör tonundan sol majöre yapılırdı. Minör tonlardaysa modülasyon, tonalitenin beşinci derecesine yapılabileceği gibi, benzer majö­rüne de (örn. la minörden do majöre) yapılabilir. Yapılan çeşitli modülasyonlar- dan sonra parçanın bitiminde yeniden baş­langıç tonalitesine dönülür. Eksen-dominant-eksen biçiminde özetlene­bilecek olan modülasyon şeması 18. yüzyıl­da gelişen büyük boyutlu müzik formlarının da temelini oluşturuyordu. Mozart ve Haydn’ın sonatları da büyük ölçüde bu şemaya uyuyordu. 19. yüzyıla gelindiğinde armonik düşünüşün gelişmesiyle birlikte, daha uzak tonlara modülasyonlann da sık sık kullanıldığı görüldü. Beethoven’in olgunluk dönemi yapıtlarında artık klasik modülas­yon şemaları tümüyle terk edilmişti. Bu yüzyılda tonaliteye ait olmayan kromatik notalara karşı ilgi de gittikçe arttı ve bu sesler tonaliteye ait seslerle birlikte kullanıl­dığında disonant armoniler elde edildi. Klasik armoninin en önemli öğesi olan basit üçlü akorlar da yerlerini çok daha karmaşık ve tonalite içindeki işlevleri kolay anlaşılma­yan akorlara bıraktı. Bunun sonucunda geleneksel armoni kuralları tarafından be­lirlenen tonalite sistemi, müzik dilindeki önemini kaybetmeye başladı. Wagner’in, birden fazla işlevi olan akorları ve Debussy’nin tam sesli aralık dizileri gibi müzik diline getirilen yenilikler de geleneksel ar­moninin çöküşünü hızlandırdı.

Ama geleneksel armoniye en büyük dar­beyi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde on iki ton tekniğini geliştiren A. Schönberg vurdu. Schönberg yeni müzikte bütünlüğün, gele­neksel armoni kuramının öngördüğü gibi tonal sistem aracılığıyla değil, bestecinin isteğine göre art arda sıralanan on iki tane tondan oluşan bir diziyle sağlanacağını sa­vunuyordu. Böylece, Bach’la başlayan diyatonik majör ve minör diziler üzerine kurulu geleneksel armoni, yerini yeni bir anlayışa bıraktı. Ama birlikte tınlayan her ses bir armoni oluşturacağına göre, 20. yüzyıl yenilikçi bestecileri için sorun, bir araya gelecek seslerin nasıl bir kümeden seçileceği ve oluşturulan yeni akorlarm ne tür kurallara göre art arda dizileceğidir.

2 yorum

Hemen Yorum Yaz

Adını veya rumuzunu yazabilirsin.